T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 20 MART 2006 PAZARTESİ | ||
Anketlerin bir mevsimi var da ona mı vasıl olduk, nedir? Son günlerde arka arkaya bir dizi anket uygulamasının sonuçları açıklandı. Anket uygulaması bir dizi teknik inceliği olan bir iştir. Farklı uygulamalardan, örneğin soruların sorulma biçimlerinden, seçilen örneklemden dolayı çok farklı sonuçlar elde edilebilir. Soru cevabın rehberidir ya... Anket soruları da, sorulanı önemli ölçüde yönlendirir. Denekler, normal şartlar altında akıllarına gelmeyen bir cevabı kendilerine sorularda sunulan 4-5 şık arasından seçerler. Kendisi ifade etmek istese meramını başka türlü ifade edecek veya şıklar daha fazla olsa daha farklı şıkları tercih edebilecektir. Normal şartlar altında hiç hesaba katmayabileceği bir düşünce soru seçeneği yoluyla aklına düşürülüverir. Bu tür durumları hesaba katmak üzere nesnellik arayışındaki araştırmalar açık uçlu sorular da yöneltirler. Ancak bunların cevaplarını değerlendirmek teknik olarak zordur. O yüzden genellikle bundan kaçınılır, ama bunun maliyeti, anketi düzenleyenin zihnindeki seçenekleri deneklerin dünyasına dayatması olabiliyor. Anket olabilecek en başarılı biçimde uygulanmış olsa bile, iş bitmiyor. Anket sonuçlarının ortaya çıkardığı durumu yorumlamak işin en önemli kısımlarından. Soruları hazırlayanlar sonuçlar üzerinde öncelikli yorum hakkı iddia edebilir. Ancak onların yorumu, hangi sonucu elde etmek istemiş olurlarsa olsunlar, mümkün bir çok yorumdan sadece bir tanesidir. ANAP'ın oy oranı, başkalarının yaptırdığı anketlerde % 5'i nadiren aşıyor, oysa kendisinin yaptırdığı ankette baraj sınırına çok yakın çıkıyor. Pollmark'ın yaptırdığı ankette ise barajı aşmış görünen MHP'nin esamisi ANAP anketinde hiç okunmuyor. Bunda bir tür soru kılavuzluğunun rolünün olmadığı söylenebilir mi? Bu arada Pollmark'ın anketinde MHP'nin barajı aşmış görünmesinde ankette Güneydoğu Anadolu bölgesini temsilen sadece Gaziantep'in yer almasının bir rolü olamaz mı? Diyarbakır, Batman veya Van illerinden biri ankete dahil edilmiş olsa MHP oylarının bu kadar yüksek çıkmayacağı âşikâr. Anket bilgilerine ihtiyacı olan siyasetçilerin halkın nabzını daha gerçekçi bir biçimde alabilecekleri kanallara açık durmaları gerekiyor. Boğaziçi Üniversitesi'nden Doç. Dr. Hakan Yılmaz'ın muhafazakarlık araştırmasıyla ilgili söylenenler de bu çerçevede özel bir ilgiyi hak ediyor. Bir çok gazete ve kişi, bu anketten Türk toplumunda hoşgörüsüzlüğe doğru gittiğimize dair sonuçlarını manşete çıkardı. Buna bakarak sanırsınız ki, insanlar ellerine imha silahlarını almış, hoşgörmedikleri insanları yok etmek üzere seferber olmuş durumdalar. Oysa bu sonuçların büyük ölçüde soruların ayartmış olduğu görüşler olduğunu unutmamak gerekiyor. Ayrıca sonuçları okurken "halkın % 19'u tek başına bir evde yaşayan kadınlardan rahatsız oluyor" demekle "% 80'i bundan rahatsız olmuyor" demek arasında dağlar kadar fark vardır. Araştırmada "aile"nin en "çok korunması gereken kurum" olarak öne çıkması da yeterince takdir edilemiyor. Bu durum, büyük ihtimalle ailenin en hızlı değişmekte olan bir değer haline çoktan gelmiş olmasından kaynaklanıyor. Aile değerlerinin çözülmesi ve tehdit edilmesi onların korunmasına yönelik refleksleri de harekete geçiriyor. Gazetelerin bu anketlerin yorumu dolayısıyla çektiği ilginç bir numara da genellikle hoşgörüsüzlükle muhafazakarlığı özdeşleştirme gayreti. Oysa bu hoşgörüsüzlük manzarasında "görüş" düzeyinden fiili müdahale ve hatta "sistematik saldırı" düzeyine aktarılabilenler sadece "ilerici" payesi verilmiş olanların "muhafazakar" sayılanlara yönelik olanlarıdır. Yaşam tarzı farklılığından dolayı başkalarını, örneğin başörtülüleri en temel haklarından yoksun bırakan sistematik saldırganlıklar bugün Türkiye'nin bir gerçeğidir. Oysa hiç kimse, dayatılan bir norm olarak başı açık olmaktan dolayı herhangi bir hak mahrumiyetine maruz değil. Onun dışında insanlar evlilik-dışı ilişkiyi, eşcinselliği, diskolara barlara gitmeyi veya erkeğin küpe takmasını hoşgörmeyen bir "görüş"ü, o da sadece sorulduğunda sergiliyorlar. Bu da bir ahlaki tutum olarak sadece kendilerini bağlıyor, kimsenin hayatına sistematik, kanun zoruyla bir müdahaleyi getirmiyor, ve tabii ki getirmemeli. Ama başı örtülü olana, giderek eşi veya bir akrabası başörtülü olana, hatta bazı toplantılarda içki içmeyene yönelik dışlayıcı baskılar kanun ve yönetmelik yoluyla sistematik bir saldırganlık konusudur. Türkiye'de bir hoşgörüsüzlük sorunu gerçekten de vardır, ama bu apaçık fiili ve sistematik saldırganlık orta yerde dururken, insanlar eşcinsellere, kulağı küpeli erkeklere iyi gözle bakmıyor diye hümanizm yapmaya kalkmak pişkin bir ikiyüzlülükten başka bir şey değildir.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |