T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 2 MAYIS 2006 SALI | ||
|
|
Arap ve İslâm dünyasındaki İslâmcı hareketler, uzun bir zamandır, iktidar kapılarının kendilerine de açılması için bekliyorlardı. Tek başına hükümet kurarak olmasa bile, bir hükümete ortak olarak, onyıllardan bu yana karşı karşıya kaldıkları baskı, şiddet, dışlanma ve kuşatılma korkusu yaşamadan siyasî faaliyetlerini özgürce gerçekleştirme hayalleri kuruyorlardı. İKTİDARA GELİNCE HEYECANLARINI VE DİNAMİZMLERİNİ YİTİRİYORLAR İslâmcı düşüncenin ve siyasî pratiğin savunucuları, son bir yüzyıldan bu yana, Arap ve İslâm dünyasında hâkim olan [Batılı, yabancı-YK] ideolojilere mensup siyasî eğilimlerin hepsinden çok daha belirgin bir şekilde içinde yaşadıkları toplumun ürünü oldukları için, topluma önderlik etmeye ve toplumu yönetmeye kendilerinin daha çok layık olduklarına inanıyorlar. İslâmcı hareketler, ezici bir halk desteğiyle iktidara geliyorlar; ama, iktidarda, başlangıçtaki heyecanlarını ve dinamizmlerini yitiriyorlar; kalıcı bir siyasî canlanma ve ekonomik gelişme gerçekleştirmekte büyük ölçüde başarısız oluyorlar. Bu ulusal diriliş hareketleri, kısa bir süre içinde, despot yöneticilerin ve katı bürokrasinin kıskacına düşüyorlar; böylelikle ideolojik olarak gerçeklerden kopuyorlar ve bir avuç çıkar çevresinin çevirdiği ve döndürdüğü yolsuzluk sarmalına bulaşmaktan kendilerini kurtaramıyorlar. "LİBERALLER, DIŞ GÜÇLER/L/E ÇALIŞTIKLARI İÇİN SEVİLMİYORLAR" İslâmcılar, artık kendi zamanlarının geldiğini söylerken, liberallerin miadının dolduğunu ima ediyorlar. Liberal politikacılar, iktidardayken, sömürgecilere karşı verilen bağımsızlık savaşında, geri planda kalmışlar; milliyetçi ve sol ideolojiler, önplana çıkmışlardı. Bugün Arap liberalleri, prestijlerini ve statülerini yeniden elde edebilmek için, imkânsız olmasa bile, son derece zor bir mücadele veriyorlar. Gerçekten de, libe-rallere, Amerika'nın "Büyük Ortadoğu Projesi"ni (BOP'u) hayata geçirme sürecinde "beşinci kol faaliyeti" yürüttükleri gerekçesiyle kuşkuyla bakılıyor: BOP, bölgesel bir siyasî düzenin çerçevesini sunan ve kültürel kimliğin bir ifadesi olan Arap milliyetçiliğini de hedef aldığı için bu projeye gizli ve açık yöntemlerle destek veren "neo-liberaller" kuşkuyla karşılanıyor ve "neo-liberalizm" sözcüğü, kötü çağrışımlar yaptıran bir sözcük olarak görülüyor. Bu nedenle, kendilerini neo-liberal olarak gören kişiler, saygınlıklarını kazanmakla ve uluslarına bağlılıklarını ispatlamakla meşguller. Fildişi kulelerine çekilen ve hem Arap milliyetçilerinin, hem de İslâmcı hareketlerin örgütlenme, halkla bütünleşme yöntemleriyle rekabet edemeyen liberaller, her geçen gün kan kaybına uğruyorlar. "ARAP MİLLİYETÇİLİĞİ DE, ARAPLARA BİR ŞEY VEREMEDİ" İslâmcılar, aynı zamanda, Arap milliyetçiliğinin de zamanının / miadının dolduğunu söylüyorlar. "Çünkü" diyorlar, "Arap milliyetçileri, sömürgecilere karşı verilen bağımsızlık savaşından önce ve sonra elde edilen önemli kazanımları koruyamadılar, aksine berhava ettiler". İslâmcılar, ayrıca, devrim-sonrasında Arap dünyasına hükmeden Nasırcı ve Baasçı Arap milliyetçiliği ideolojilerinin sonuç itibariyle Arap dünyasını güçlendirmeyi başaramadığını ifade ediyorlar. Nasırcılık, 1967 Savaşı'ndan sonra büyük bir darbe yedi ve Cemal Abdünnasır'ın ölümünden sonra da etkisini ve gücünü bütünüyle yitirdi. Baasçılık ise, Amerika'nın Irak'ı işgali ve Saddam'ın devrilmesiyle birlikte tarihe karıştı. Lübnan Başbakanı Refik el-Hariri'ye düzenlenen suikasttan sonra bir ara yeniden canlanır gibi olan Baasçılık, yalnızca Suriye'de varlığını sürdürüyor. TEK ALTERNATİF, İSLAMCILAR; AMA... İslâmcıların, liberallere ve milliyetçilere yönelttikleri eleştirilerde genellikle haklı oldukları söylenebilir. O yüzden, yaklaşık 70 yıldır kendilerini devre dışı bırakan liberal ve milliyetçi dalganın başarısızlığa uğramasından sonra, artık Arap dünyasında iktidar sırasının kendilerine geldiğini görüyorlar. Arap milliyetçiliği dalgası artık söndü ve pek fazla da alternatif kalmadı. Arap liberalleri, tecrit edilmiş durumdalar. Arap komünistleri ise, Sovyetler'in çöküşünden itibaren liberallerden çok daha hızlı bir şekilde yokolup gittiler. Bu arada, İslâmcı yıldız, pekçok Arap ülkesinde yükselmeye başladı. En son ve en büyük başarılarından birini Mısır'da gerçekleştirdiler: Uzunca bir süre resmen yasaklanan Müslüman Kardeşler, Mısır Parlamentosu'nun ana muhalefet partisi konumuna gelebilecek kadar oy ve destek aldı Mısır halkından. Bu tür başarılar, İslâmcıların, kendilerini devre dışı bırakan tarihin son erdiği ve geleceğin kendileriyle olduğu güvenine sahip olmalarına neden oluyor. İSLÂMCILAR, SÖMÜRÜYE DİRENİŞİN ADRESİ İslâmcı gruplar, Arap dünyasında yürüttükleri kampanyaları birkaç temel nokta üzerinde yoğunlaştırıyorlar. Her şeyden önce, Batılı sömürgecilere karşı "direnişin adresi"nin kendileri olduğunu söylüyorlar: Filistin, Lübnan ve Golan Tepeleri'nde İsrail işgaline karşı, Irak'ta da Amerikan işgaline karşı direnişin bayrağını kendilerinin taşıdıklarını iddia ediyorlar. Ayrıca Batılıların bölgeyi parçalara bölme planlarını etkisiz hâle getirme, Arap ve İslâm dünyasının topraklarını kurtarma, bölgenin saygınlığını ve onurlu tarihini yeniden canlandırma mücadelelerinin İslâmcılar tarafından yürütüldüğünü söylüyorlar. İslâmcılar, Arap dünyasında "ılımlı" İslâmcıların kamuoyunda büyük güven topladıklarına işaret ederek, son birkaç yıl içinde, Kuveyt, Ürdün, Fas, Bahreyn, Suudi Arabistan ve Mısır'da genel ve yerel seçimlerde elde ettikleri zaferlerin bunun kanıtı olduğuna dikkat çekiyorlar. Gerçekten de, örneğin Suriye'de Müslüman Kardeşler, en güçlü muhalif güç olarak görülüyor ve Suriye'deki Baas rejiminin devrilmesi durumunda, İslâmcıların iktidarı ele geçirmelerine kesin gözüyle bakılıyor. SİYASÎ BASKININ KURBANLARI Dahası, İslâmcılar, kendilerini siyasî ve dînî baskı ve kovuşturmanın kurbanları olarak takdim etmekle büyük bir sempati topluyorlar: Gerçekten de, uluslararası insan hakları örgütlerinin raporları, Arap dünyasında İslâmcıların sayısız insan hakları ihlalleriyle, çok büyük bir baskı ve kovuşturma ile karşı karşıya olduklarını gösteriyor. Dolayısıyla İslâmcılar, zorba ve totaliter rejimlere karşı verilen mücadelede en ağır bedeli kendilerinin ödediklerini söyleyerek, bu rejimlerin çökmesi durumunda, içinde yaşadıkları ülkeleri yönetme hakkının tabiî olarak kendilerinde olduğunu iddia ediyorlar. İSLÂMCILARIN HANDİKAPLARI İslâmcıların iddiaları, her ne kadar tümüyle geçersiz değilse de, bütünüyle doğru değil. Buradaki en temel sorun, İslâmcıların söylemlerinin, gerçeklerle ne ölçüde örtüştüğü ve mevcut rejimlere gerçekten alternatif olabilecek gerçekçi projeler geliştirip geliştiremeyecekleri sorunudur. İslâmcıların iddialarını kısaca gözden geçirmek ve tartışmak gerekirse...Her şeyden önce, İsrail işgaline karşı yalnızca İslâmcılar direniş göstermediler; Hamas ve İslâmî Cihad'ın direnişin başını çektiği ve omurgasını oluşturduğu doğru; ama El-Fetih örgütü ve diğer bazı sol gruplar da İsrail işgaline karşı direniyorlar. Aynı şekilde, Irak'ta Amerikan işgaline karşı yalnızca İslâmcılar direniş savaş vermiyorlar. Irak direnişinin omurgasını Baas Partisi'nin eski üyeleri oluşturuyor. Aynı şekilde, her ne kadar, Hizbullah, direnişin omurgasını oluşturuyorsa da, Lübnan'da İsrail'e karşı verilen direniş, sadece Hizbullah'la sınırlı değildir. Dahası, Hizbullah, iki seküler rejimden destek alıyor: İsrail'e karşı başından bu yana sağlam bir direniş örneği gösteren Suriye rejimi ile, Hizbullah'a siyasî bir parti olarak meşruiyet tanıyan ve örgütlenme ve hareket alanı açan Lübnan rejimi. İkincisi, daha iyi bir siyasî, ekonomik, sosyal ve kültürel hayatın gerçekleştirilmesi mücadelesinde, liberaller ve radikal sol hareketler de küçümsenemeyecek bedeller ödediler: Statükoya teslim olmamaları, demokrasi hareketine, sivil toplumun güçlenmesi çabalarına öncülük etmeleri ve bu uğurda her tür siyasî ve ekonomik baskıyı, kovuşturmayı, zorluğu göze almaları bunun kanıtıdır. Ancak direnişin meşalesini her zaman İslâmcılar taşıdılar. İSLAMCILARIN İKTİDARLA İMTİHANI Üçüncü olarak, bazı İslâmcılar, dar bir demokrasi anlayışına ve yeterince gelişmemiş, geliştirilmemiş demokratik metotlara sahip. İslâmcılar, demokratik metotlara ve yönetime bağlı olduklarını söylüyorlar; ama İslâmcıların, modern Arap siyasî tecrübesinin tek önemli aktörü olduklarını iddia etmeleri, pek de demokratik bir yaklaşım değildir. Bu yaklaşım, İslâmcıların siyasî çoğulculuğa ve iktidar değişimine hakikaten inanıp inanmadıkları konusunda birtakım kuşkuların neşet etmesine yol açıyor. Bütün bu tartışmalı sorunlar, İslâmcıların, İslâm dünyasındaki toplumlarda en güçlü, en dinamik muhalif güç oldukları, çok büyük bir halk desteğini arkalarına almayı başardıkları gerçeğini gözardı etmemizi gerektirmez. İSLÂMCILARIN ÖNÜ KESİLMEMELİ Ayrıca, arkalarında büyük halk desteği olduğu hâlde, İslâmcıların, toplumu yönetme, daha âdil ve müreffeh bir yönetim biçimi geliştirme ve gerçekleştirme arzularının engellenmesi ve gayr-ı meşrû yollarla önlerinin kesilmesi de kesinlikle kabul edilemez. Ancak toplumun refahına katkıda bulunmak amacıyla iktidara geldiklerinde, başarısız olurlar ve yeni felaketlerin patlak vermesini önleyemezlerse, siyasî yaklaşımlarını radikal olarak gözden geçirmeye hazır olduklarını beyan etmelidirler. Eğer İslâmcılar, hangi yolla ve her ne sûretle olursa olsun, iktidara gelmek için sabırsızlanırlarsa, diğer siyasî inançların ve hareketlerin varlıklarını ve faaliyetlerini sürdürme hakları olduğuna dair inançlarında samîmî olduklarını göstermek ve kendileri dışındaki hareketlerle ve dış dünya ile yapıcı şekillerde işbirliği kurma kabiliyetleri geliştirmek zorundadırlar. Hepsinden de önemlisi, İslâmcılar, Arap ve İslâm dünyasını, mevcut çözülme, çöküntü ve bölünmelerden kurtarabileceklerini gösteren somut program ve proje-ler geliştirmek ve iktidara gelmekle, mevcut yozlaşmış ve kokuşmuş siyasî, ekonomik ve sosyal yapıların yalnızca görüntüsünü değiştirmekle yetinmeyeceklerini, kalıcı ve köklü atılımlara imza atabileceklerini ispatlamak zorundadırlar. (*) Ammar Ali Hassan, Kahire'deki Ortadoğu Çalışmaları ve Araştırmaları Merkezi'nin direktörüdür. Ammar Ali Hassan'ın bu makalesi, haftalık El-Ahram gazetesinin 27 Nisan-3 Mayıs tarihli nüshasından çevrildi.
|
![]()
| ||||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |