T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 MAYIS 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Resul TOSUN

Uygulamada yanlışlıklar var

Türkiye Cumhuriyeti İsmet İnönü ve arkadaşlarının teklifiyle 1937 yılından itibaren laikliği kabul etmiştir. Ancak o günden beri laiklik Türkiye'nin hep yumuşak karnını oluşturmuş ve AB ile müzakerelere başladığımız bugün de en hassas konular arasında yer almaktadır.

Dindarlar attıkları her adımda sarf ettikleri her sözde laiklik ilkesini ihlal ile tehdit edilmişlerdir. Laiklik batıdakinin tam aksine dini özgürlükleri sağlamak yerine hep dini özgürlükleri çeşitli bahanelerle sınırlamak için kullanıla gelmiştir. Öyle ki kişilerin özel hayatlarına müdahaleye kadar varmıştır.

Laikliği iktibas ettiğimiz batıda devlet din işlerine karışmamaktadır. İbadet nasıl olacak, bağış nereye yapılacak, nasıl vaaz verilecek, hangi din adamı nereye atanacak gibi konulara karışmaz.

Oysa Türkiye'de din görevlilerinin tamamı laik devlet memurudur. Diyanet işleri başkanını laik devlet tayin eder. Din görevlilerinin okuyacağı hutbeyi laik devlet belirler. Hatta nasıl dua edeceğini de laik devlet tayin eder. Bir bakanın yaptığı duasını beğenmediği müftüyü kameralar karşısında nasıl azarladığını hepiniz hatırlarsınız.

Dahası, dini bir vecibe olan zekat ve fitrelerin kime verileceğini hatta dini bir vecibe olan kurban derilerinin kimler tarafından bağış(!) olarak toplanabileceğini bile laik devlet belirler. Örnekler artırılabilir.

Dine ve din işlerine bu kadar anayasa ve yasayla müdahale edilen sistemin adı laiklik değildir/olamaz. Evet anayasamızda laiklik ilkesi vardır ama uygulamalar laikliğe uygun değildir.

Müzakere sürecinde bu husus da önümüze getirilecektir. Buna hazır olmamız gerekiyor. Din hizmetlerinin tamamen devletten tıpkı batıda olduğu gibi ayrılması gündeme gelecektir. İmamların, müftülerin, vaizlerin, diyanet işleri başkanının ve tüm din görevlilerinin devlet tarafından atanmasına son verilmesi talep edilecektir.

Evet AB müzakereleri sürecinde Türkiye'den talep edilenler arasında din işlerinin devlet işlerinden ayrılması da yer alacaktır. Yer almasına yer alacaktır da Türkiye buna hazır mıdır orası henüz net değil. Bu talebe tahminimce hem laikliği dindarlara karşı tehdit olarak kullananlar hem de bizzat dindarlar ve din görevlileri muhalefet edeceklerdir.

Laikliği dindarlara karşı bir tehdit olarak kullanan kesim bu talep karşısında "o zaman camiler tarikatların elinde kalır." cinsinden itirazlar ileri sürecek, din görevlileri ve kimi dindarlar da "dini hizmetleri kim finanse edecek" türü endişelerle karşı çıkacaklar. Bilmiyorum belki de çıkmayacaklar ama ben öyle tahmin ediyorum.

Kanaatime göre her iki endişe de yersizdir.Yasaklar yasaklanan şeye olan ilgi ve rağbeti artırır.Özgürlükler ise hayatı normalleştirir. Kürtçe eğitimi serbest bırakılıncaya kadar gündemden düşmüyordu. Serbest bırakıldı ders alacak öğrenci bulamadıkları için kapandılar. Devletin adalet mekanizması, emniyeti ve istihbaratı,yasalara aykırı hareket edenler din görevlileri de olsa gereğini yapar. Dolayısıyla radikal gruplar camileri ele geçirirler gibi endişeler yersizdir.

Din hizmetleri nasıl finanse edilecek, görevlilerin maaşlarını kim ödeyecek gibi endişeler bence öncekine göre daha ciddi boyuttadır. Diyanetin devlet tarafından finanse edilmesine son verildiği gün yaşanacak en büyük problem de budur. İşte onun için de şimdiden tedbir almak ve hazırlık yapmak gerekir.

AB Türkiye'nin bir devlet politikası olduğuna göre, devlet din hizmetlerinden eninde sonunda elini çekecek demektir. Peki nasıl bir yapı oluşacak? Bize özgü bir yapılanma da olabilir, bu işlerin batıda nasıl koordine edildiği örnek alınarak da bu sorun çözülebilir. Bence diyanet vakfı bu konuyu da düşünüp alternatif projeler geliştirmelidir. Diyanet vakfı Avrupa'da çok sayıda caminin yönetimini halen sürdürmektedir ve bu konuda tecrübe sahibidir. Din görevlisinin ücreti de, caminin elektrik su giderleri de diğer tüm masrafları da cami yönetimi tarafından karşılanmaktadır.

Türkiye'de bu sorun daha çabuk çözülecektir. Camilerin vakıfları ve gelir kaynakları camilere aktarılır ve mesela üye olmak (vakfa ya da benzeri bir sivil toplum örgütüne) isteyen her fert sadece ayda bir yenitürk lirası aidat öderse Türkiye'deki dini hizmetler aksatılmadan rahatlıkla yürütülebilir. Diyanet vakfı bunları düşünmelidir.

CHP Tokat Milletvekili Feramus Şahin'in Cem evlerinin elektrik paralarını devletin ödemesiyle ilgili soru önergesi ve TBMM Başkanı Sayın Arınç'ın laiklik tartışılmalı sözleri üzerine bunları düşündüm.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi