T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 10 MAYIS 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Popüler kültür hali

Modernleşme süreci, bu insanın 'iç'inden çıkarılmasıyla, aidiyetlerinden koparılmasıyla başlamıştır. Dışarıya çıkan, aidiyetlerinden kopan insan yalnız başına kalmıştır. O artık 'şahsiyet' değil 'birey'dir. Sokaktadır. Ne varsa dışarıda her bir şeye maruz kalmaktadır.

  • NİHAT DAĞLI
    Popüler kültürü konuşmaya başladığımızda, konuşarak onu anlamaya çalıştığımızda dışımızda olan bir 'şey'i/nesneyi konuşuyor olmuyoruz. Laboratuarda masa başında incelemeye giriştiği nesneye yabancılaşan, incelediği şeyin dışında kalan bir bilim adamı gibi olamıyoruz. Hemen hepimiz bir şekilde popüler kültür denen şeye maruz kalmış durumdayız. Popüler kültüre eleştirel yaklaşsak da dışında değiliz, içimizde değilse de biz bugün onun içindeyiz. Popüler kültür bir 'şey'dir, alıcısı ve tüketicisini 'şey'leştiren bir şey. Öyle bir şey ki, kendi eleştirisini de kendine dâhil edebiliyor. Popüler olanı eleştirerek hayatını kazanan, bunu yaparak hayatımıza giren yüzlerce isimden bahsedilebilir.

    Popüler kültürü yeniden tanımlamaktan çok, kendisi için yapılmış tanımlamalardan hareketle onun insanın hangi hallerine denk düştüğünü öğrenmek istiyoruz. Burada meselemiz popüler kültür değil, popüler kültüre batmış insanlık durumumuzdur.

    KİMİN KÜLTÜRÜ?

    Popüler kültür okumalarının vardığı ortak sonuç, onun; yaygın olarak beğenilen, tüketilen, halka ait şey olduğudur. Halkın çoğunluğunun tükettiği şey popüler kültürün kendisi olarak kabul edilir. Bu temel bir tanım ve kabuldür. Burada şu soruyu sormak gerekiyor: Halkın çoğunluğunun tükettiği şey, halkın istediği şey midir, yoksa halka istetilen bir şey midir?

    Popüler kültürün, halkın istediği bir şey olmadığı, daha çok, halka istetildiği kanaatindeyiz. Popüler kültürün bir sorun olarak konuşuluyor olması bizi haklı çıkarıyor. Halkın istediği bir şey ise eğer, o değil, kendisini arzulayan halk sorun edilmelidir. İnsanların, neredeyse topyekun popüler kültürün tüketicisi olması sonraki aşamadır. İlk aşama, bu kültürün alıcısı bir insanın, bir kitlenin oluş(turul)masıdır. Talebin doğması ilk adım olmuş, arz sonradan gelmiştir.

    "EHL-İ TAHKİK"TEN...

    Kadim ontolojik kaygıların peşine düşerek kendilerine bir inanç, bir aidiyet edinmiş insanların temelli kültürleri olmuştur, piyasanın dalgalanmalarıyla şekillenen ve çözülen 'şey'lerden uzak kalmışlardır. Bir inanca doğan, bir medeniyet perspektifi içinde büyüyen insanlar kendi gerçekliklerinden hareketle bir şeye sahip olmak istemiş, onun alıcısı olmuşlardır. Esaslı bir dindar ve temelli bir düşüncenin mensubu, kendinden kalkarak bir şeye gitmiştir. Hayatın sordurduğu sorulara cevap bula bula kendini kurmuş, bir kimlik/şahsiyet edinmiş bu insan, bir aidiyet bağı içinde, dışarıda akıp giden hayatın dayatmalarına karşı kendini hep güvende hissetmiştir.

    Önüne konulan 'şey'lerin kendisi için ne kadar elzem olduğunu test edebilme imkânına sahip olmuştur. Her bir şeyi içindeki tartıya vurmuştur. İçi dışını oluşturmuştur; evini, evrenini... Sokağa çıkışı ve hayata karışması, şahsın anlam dünyasına göre olmuştur. Bir şeyi almışsa mutlaka alması gerektiği için almıştır; aldığı şey yarasına merhem olmuş, bir boşluğunu doldurmuştur. "Ehl-i tahkik" olan (yani düşünen/araştıran) bu insan kendisi için olanlara sahip olmuştur, sahip olunanlar için olmamış ve yaşamamıştır. Sahip olunan şeyler 'hizmet' etmişler, kendilerine hizmet edilir hale gelinmemiştir.

    ... "EHL-İ TAKLİD"E

    Modernleşme süreci, bu insanın 'iç'inden çıkarılmasıyla, aidiyetlerinden koparılmasıyla başlamıştır. Dışarıya çıkan, aidiyetlerinden kopan insan yalnız başına kalmıştır. O artık 'şahsiyet' değil 'birey'dir. Sokaktadır. Ne varsa dışarıda her bir şeye maruz kalmaktadır. Maruz kaldıklarının rengini alan, dışarının belirlediği bir şeydir.

    İçinin şekillendirdiği bir dışa sahip olmaktan uzaklaşmış, dışarının oluşturduğu bir içe sahip olmuştur. Bütünüyle dışarıdaki seslere kulak kesilmiştir. Hangi ses daha alımlıysa onun peşine düşmüş, hangi renk baskınsa ona bürünmüştür. Alabildiğince dışa açık halde kalmış, ne varsa dışarıda o içine girmiştir. Dış böylesine belirleyici olunca, gözünü dışa dikmiş, kulağını ona açmış, adımlarını ona doğru atmıştır.

    Dışın onayını almak, onun tarafından kabullenilmek esas olmuştur. Kendisi için değil dışarı için alır ve tüketir hale gelmiştir. Onca şeyi, dışarıda 'görünmek' için edinmiştir. Dışarıdaki merkezlerin isteklerine boyun eğen bir şey olarak şunu bunu ister olmuştur.

    Popüler kültürün alıcısı ve tüketicisi, "ehl-i taklid" olan (bir şeyi incelemeden kabullenen) bu insandır, bu kültürün sahibi ise, bu insanı oluşturan ve buna kendi ürünlerini dayatan "merkez"lerdir.

    'POPÜLER'İN HAVASI

    Popüler kültür, bir niteliği işaretlemiyor, bir derinlikten haber vermiyor, temelli bir ihtiyacı karşılamıyor. Bu kültürün ürünlerinde derin bir işçilik, incelmiş bir duyarlık, emek ürünü bir sonuç, zamanın üstesinden gelen ve her dem tazeliğini koruyan bir tazelik görmüyoruz. Yüzeysel, günübirlik, kolay hazmedilebilen, uğraştırmayan, değiştirmeyen şeylerdir bunlar.

    Kendi alıcısını ve tüketicisini aşağılara çeken, tüketicisini tüketen bu kültür nasıl bir 'hava' oluşturuyor? Nasıl bir havaya sahip ki, bu kadar talep bulabiliyor?

    Niteliğe, derinliğe, incelmiş duyarlığa, insanın temelli ihtiyaçlarına ve sorularına karşılık gelen kültürün (buna kadim ve klasik kültür diyebiliriz) havasında insan, 'olmak' derdindedir. Kişi, bir insan olarak bırakıldığı hayatta, kendine sorar bulduğu yığınla sorunun cevabını arar. Cevapsız kalan her bir soru içini deşer, kanatır. İçinin acısını dindirmek esaslı bir ihtiyaç olur. Bulunan her bir cevap insanı kurar, kendince olanı belirler. Bu cevaplara yaslanarak etrafına bakınır, bu cevapların ışığıyla etrafını anlamlandırır. Soruları ve cevapları insana 'kendilik' sorumluluğunu yükler, ona bir iç dil kazandırır.

    Sonrasında karşısına çıkan her şeyi bu iç dille karşılaştırır, bu şeylerin içiyle uyumlu olması veya olmaması onu ilgilendirir. Uyumsuzluk canını sıkar, içine karşılık gelen bir dış arar veya bunu kurma çabası içinde olur. Hep yeniden yaratılan dinamik bir hayatın orta yerinde taze ve diri kalmak, düşmemek, eskimemek, bu hayata yetinmek ciddi bir çaba gerektirir. Çetin bir işe yazılmayı kaçınılmaz kılar. Buna yazıldınız mı, yola koyulmuşsunuz demektir. İçinizde kımıl kımıl sorularla, sırtınızda ağır bir yükle kendinizi hayatın yollarına vurursunuz. Hayatın yolları birer dağ gibi uzanır. Çıktığınız her bir yol sizi bilinmedik dağların ayak basılmamış kuytularına götürür. Kuytularda edindiğiniz haberlerle daha çok bilir hale gelir, her yeni bilgi sizi biraz daha hassaslaştırır. Hassaslığınız hususiyetiniz olur. Hususiyetiniz artıkça başkasından koparsınız. Öğrendikleriniz hayatı büyütmüştür ve artan hususiyetiniz de sizi yalnızlaştırmıştır. Bu şu demektir: Yalnız başına büyük bir hayatı taşımak gibi ağır bir havanın içinde kalmışsınızdır. 'Herkes'i oyalayan şeyler sizi tutamaz olur. Çünkü sizin hayatta oyalanmak değil, hayatı 'oya'lamak gibi bir derdiniz olmuştur.

    Böylesi çetin bir hayata kim yazılır ve buna kimin gücü yeter? Hiç şüphesiz çoğunluk, yani 'herkes', hayatı 'oya'lamanın derdine düşmez. Adına halk denen çoğunluk bu derece ağır bir havada yaşamaz. Halkı oluşturan, kendini dışarıya teslim etmiş 'birey', 'hafif' havalarda yaşar. Popüler kültür de bunu vaat eder; hayatı bir gösteriye dönüştürür. Hayat bir gösteri alanıdır ona göre. Popüler kültürün tüketicisi için hayat bir sahnedir. Gözlerin dikildiği hayat sahnesinde görünmek, 'iyi' görünmek esaslıca bir şey olur. Sahne demek oynamak demektir, kendin olmaktan çok 'mış' gibi olmak...

    Oraya çıkılır, ilgi çeken bir imajın içi doldurulur. Ne alkış alıyorsa, en çok ne göz avlıyorsa o oynanır. Maksat seyircinin onayını almak, onun tarafından kabullenilmek esas olduğundan seyirci ne istiyorsa o sahneye konulur. Seyircinin rağmına sahneye çıkmak, kendin kalarak sahnede durmak seyirci nazarında bir 'öteki' olmak demektir. Alkışsız, gözsüz kalmaktır bu. Seyirciyi merkeze alan popüler kültür tüketicisi için bu yok olmak gibidir. Hayır bunu yapmaz, bu ağır gelir ona.

    Bunun için kendinden kaçar 'herkes'e sığınır. Kendini kendine dert etmez, başkasının beğenisine talip olur. Efendi olup bedel ödemektense köle olup mayış mayış yatmayı tercih eder. Piyasanın hâkim rengini giyinir, piyasa ne derse onu yapar. Giyimini, içimini, okumasını piyasa belirler. Mağaza, lokanta ve kitabevi vitrinleri aynılaşır.

    POPÜLER EDEBİYAT

    Popüler edebiyat dediğimiz şey, yani bugün yığınların önünde kuyruk oluşturduğu kitaplar, hayatı 'oya'lamak gibi 'ağır' bir havayı kaldıramayanların, hayatta oyalanmak gibi hafif havalara kaçanların oyuncaklarıdır.

    Popüler edebiyatın tüketicileri çocuklar gibi saldırıyorlar bu kitaplara. Sahip oldukları bu oyuncak kitaplarla oyalanıyor, bir süre sonra bunlardan bıkıyor, yeni oyuncaklar için mızmızlanıyorlar. Bu oyuncak kitaplar, içlerindeki boşlukları dolduramıyor, onları sadece oyalayabiliyor.

    Popüler edebiyatın tüketicileri hayatın yollarında böyle oyalanarak, bilinmedik dağların ayak basılmamış kuytularında saklı kır çiçeklerinden yoksun kalıyorlar. Ne Mevlana'ya, ne Homeros'a, ne Yunus'a, ne Tanpınar'a, ne Sezai Karakoç'a, ne Nurettin Topçu'ya, ne Bediüzzaman'a varabiliyorlar. Bunlara varamadıkları için de ne kendileriyle ne de sahici bir hayatla karşılaşabiliyorlar. Koca bir hayatla birlikte kendileri de heder olmuş oluyor. Üzerinde düşünülmemiş bir hayat yaşanmamış sayılıyor.

    Popüler edebiyat, yazıcısının niteliğinden çok tüketicisinin niteliğinden beslenir. Aktör, yazar değil, tüketici-okuyucudur. Çünkü popüler yazar, okunmayı/tüketilmeyi tercih eder, bunu esas aldığı için de tüketicisinin beğenisine seslenir, onun seviyesine iner. Bu sebeple, popüler edebiyatın tüketici-okuyucusu ne kadar okursa okusun, yeni bir şey okumuş ve yeni bir beğeniyle tanışmış olmuyor; okuduğu/tükettiği şey kendisidir, gelip kendi beğenisine/seviyesine düşmüş bir yazarı okumaktadır. Popüler yazarın efendisi tüketici/okuyucu, yerlerde sürünen bir beğeni ve niteliğin içinde canın kıymetini bilmekten çok canın keyfini sürmekte, böylelikle canına kast etmektedir.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi