T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 2 NİSAN 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Son Dakika
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Kevser ve Tekâsur

Kevser ve tekâsür aynı şey değildir. Emîr-ul-Mü'minîn ile Fâtıma ve özellikle Fâtıma, Ehl-i Beyt'de tecellî eden, sayıya-hesaba gelmeyen ilâhi feyz ve bereketin mazharıdırlar. Kevser suresi'nde "Biz sana Kevser'i verdik" buyurulur.

Tekâsür suresi'nde ise "Kabirleri boylayıncaya değin, dünyevi çokluk (Tekâsür) ile gaflete düştünüz" buyurulur.

Aklı başında, ilâhî sevgiden nasibi olan, insaf ve ahlâk sahibi olan mü'minler; Tekâsür suresi'ni unutup da "çokluk" düşüncesi, "çokluk" kuruntusu ile mağrur olmazlar, mağbun olmazlar, İblis'e aldanmazlar. Kur'an-ı Kerim'in uyarısını aslâ unutmazlar: De ki: habis ve tayyib denk olmaz, eşit ve bir olmaz, habîs'in çocukluğundan (Kesretinden) hayrete düşsen bile! (Maide/100)

Kevser ile kesretin ve hele tekâsürün farkını sezemeyenler çoktur. Bunlar sonuçta çoğunluk diktatörlüğüne meylederler, "öteki" saydıkları insanları ezmeyi mübah görürler.

Kur'an okudukları halde, Kur'an boğazlarından, hançerlerinden aşağıya inmemiş bazı sözde bilginler de, Küresel emperyalizmden bir işaret alınca, veya işarete de gerek olmaksınız "durumdan vazife çıkarınca", hiçbir münasebet dahî olmaksınız, "vird-i zeban" ettikleri pespaye kıtırları ikide bir ortaya atarlar: "-Şi'îlerde, azlıklarından ileri gelen bir kompleks vardır, esasen onlar ile aramızda mezheb farkı değil din farkı vardır, onlar dünyaya açılan hiçbir kişilik ortaya çıkarmamışlardır, Ali sevgisi ile değil, Ömer buğzu ile hareket ederler vs. vs."

Derken, bu fitnede bunlardan aşağı kalmamak için, başkaları sazı eline alır, görelim bakalım ne söyler: -Ben Şi'îleri -Canavar Efendimiz programlanmamı ve kurgumu 1979'dan sonra değiştirinceye dek- şöyle itham ederdim: Bunlar, İslam'a karşı Judeo-Pers ittifakının tohumudurlar, Abdullah İbn Sebe gibi hiçbir ananın doğurmadığı sanal bir kişinin izleyicisidirler, biz Kur'an'a bağlıyız, onlar Kur'an'ı reddederler! -Fakat ben patlıcanın dalkavuğu değil Canavar Efendimiz'in dalkavuğuyum. Şimdi benim karnıma başka bir düdüklü makara bağlandı, derim ki: "-Biz Sünnîler tahkîkî îman sahibiyiz, Şi'îler ise taklîdî îman sahibidirler, Kur'an dışına çıkamazlar. Biz ise bunda mentalist değil Hz. Ömer'e tâbi Müslümanlar olarak: Canavar Efendimiz parmağını şaklatırsa: Kur'anı bile reddetmeye hazırız".

Derken bu "gülünç operet" çerçevesinde bir başka ses yükselir: İran, bölgede uyguladığı politika ile Türkiye'ye dost olmadığını göstermektedir. Usûl-ü Şi'a (?)nın -her ne demekse- kurucusu Abdullah İbn Sebe'dir. Abdullah İbn Sebe'nin Yahudî asıllı bir provokatör olduğu iddiaları yaygındır. İran PKK'yı destekler. İran nükleer silâh geliştirmektedir. Şu halde vakit geçirmeksizin çok başlı canavar efendimizin "Uluslararası Dinler Vakfı" kuzu postuna bürünen silâh taciri Moon başının harekete geçirilmesi ve İran'ın mahvedilmesi revadır ve esasen Canavar Efendimiz'in "Moon" başının dili olan Washington Post yakında bunun yapılacağı müjdesini vermektedir. (bkz: Mustafa Balbay, İran Raporu, Cumhuriyet kitapları, Mart 2006)

Canavar Efendileri'nin bir değnek işareti ile, bu sololar devam edecek ve yine bir işaret ile koroya dönüşebilecektir. Bu koroya daha niceleri katılmaya teşnedir. Buna karşılık, İlber Ortaylı "İran halkının efendiliği ve münevverlerinin inceliği beni çok etkilemiştir. Bu pasifist (barışçı) bir halktır" diyor. (Zaman kaybolmaz, Mart 2006)

Canavar'ın bir işareti ile derhal İran'a karşı koroya katılanlar, hiç değilse dînî inanç ile milliyeti karıştırmasınlar! İran'a vurayım derken Ehl-i Beyt âşıklarını "Ali sevgisi ile değil, Ömer buğzu ile hareket edenler" diye karalamaya kalkışmak nasıl seviyesizliktir! "Sünnîler, Haricîler gibi, fakat gizlemeye çalışarak: Ali buğzu güdenlerdir" gibi ahmakça bir itham ile karşılaşırlarsa nasıl yaralanacaklarını düşünmezler mi? "Sünnîlik: Arap İslâmı, Şi'îlik: Acem İslâmı, Alevîlik Türk İslamıdır" incisinden bile rahatsız olurlarken ve bunca Türk Şi'î de varken, niçin bu hezeyanlar baslı korosuna gönüllü yazılırlar? Oysa Kur'an-ı Kerim'e îman edenlerin, gönüllerinde kilitler, kompleksler yoksa, başkalarına "azınlık kompleksi" gibi İblis'e parmak ısırtan dahiyane isnadlarda bulunacak yerde düşünmeleri gerekir: Bilgin olmadığı konuda konuşma; kulak, göz ve kalb; bundan sorumlu kılınmıştır" (İsrâ Suresi)

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi