T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 2 NİSAN 2006 PAZAR | ||
|
Başbakan Tayyip Erdoğan'la çıktığım Sudan gezisinde müthiş duygular yaşadım. Önce Darfur'da çölün çaresizliğinde 'kara çocuklar'ın gözlerindeki imdat çığlığı ve aynı gün Mekke'de 'umre' sevinci... Sanki zaman ve mekan kaybolmuş, birbiri içine akan sevinçler ve acılar kalmıştı yaşanan dünyadan geriye... Batı'nın yüzyıllardır sömürüp, diktatörlerin insafına terk ettiği Afrika'da şimdilerde 'beyaz adam'ın paylaşım kavgası yüzünden büyük acılar yaşanıyor. Geri plandaki emperyal kavganın, kabile savaşlarına dönüşen yüzünde geçtiğimiz yıllarda Darfur'da 2 milyon insan hayatını kaybetti. Bu yüzden şimdi binlerce insan kamplarda, insan onuruna yakışmayacak şartlarda kelimenin tam anlamıyla bir sefaleti yaşıyor. 'Kara gözlü' çocukların umutları, çölün çaresizliğine karışıp kayboluyor şimdi Darfur kamplarında... Biliyorum, petrol şeyhlerinden mazlumların umutları üzerine 'demokrasi masalı' yazanlara, silah tüccarlarından borsa simsarlarına kadar dünyanın bütün 'şişman kedileri', bu 'kara gözler'deki insani hüznü ve yalnızlığı hiçbir zaman göremeyecekler. Darfur'da bu baharda cemreler sahipsiz düşecek yere ve yine bütün çocuklar bu Nisan'da da gelinciklerden önce solacaklar... Çölün ortasında, kirli çadırların arasından sızan ışıkta kirpikleri yavru kelebekler gibi çırpınıp duracak öylece... Oysa, kelebekler gibi gelinciklere konup özgürce uçmak 'kara çocuklar'ın da hakkı. Çünkü sadece çocuklar cemrelerin düştüğünü duyabilirler, sırtlarından bir kuş kanadı geçmiş gibi... Darfur'da bahara hasret kalan bu çocuklar, keşke artık hiçbir 'beyaz adam'a ait olmasalar... Keşke 'ölüm baharı' buralara artık hiç uğramasa... Darfur'un zalim baharından, Mekke'nin 'ışıklı baharı'na uçarken hiç bu kadar sevinci ve hüznü birlikte yaşamamıştım. Zalim bir geceden gelip, Kâbe'nin coşkusunda içinin en titreyen sesiyle, "Lebbeyk Allahümme lebbeyk..." cümlelerini söylersin. Bu muhteşem ifadelerin müziği içinde dalgalanınca, ağlarsın kendi kendine... Işıklı bir bardakta 'zemzem' ikram eder gibi, kalbimi Kâbe'ye sunup çenemi avuçlarımın içine kıstırdım ve O'nun karşısına geçip dakikalarca nurdan yüzünü seyrettim... Böyle muhteşem gecelerin sabahında, kimler rastlar birbirine... Hiç konuşmadan, hiç ağlamadan sarılırlar birbirlerine, Allah'ın evinde bir daha hiç birbirlerinin ellerini bırakmamak üzere... Kalplerde sessizce akan ırmakların, teslim olmanın sükuneti vardır yüzlerinde, yetinmenin, razı olmanın sessizliği... Bir gece Kâbe'de, bir çiçeğin yanından hayatının yeni bir baharına geçiverirsin. Birçok şey konuşmadan, planlar yapmadan kendiliğinden halloluverir sanki... Terkettiğin eski "iç evinde" özlediğin bir şeyler kalır mı bilinmez. Ama artık özlenenler içinde en içe işleyeni 'Allah'ın evi'ndeki o muhteşem rüzgardır... Kâbe sabahıyla gelen o "hayret vakti"nde, ışıklı camlardan yeni bir 'yol' akar, yeni doğmuş bir çocuğun hayretiyle kalakalırsın. Ne sabahtır o an, ne de gece seni koynunda saklayan... 'Gecenin gündüzün sahibi'ne hamdeder ve sanki her şeyi anlar ve her şeyi içine sindirirsin. Kâbe'yi ne zaman görsen sanki ilk kez görüyor gibi 'hayret' ve 'hikmet'le titrersin... Bir sabah Kâbe'de bu kadar mı güzel olur diye şükredersin...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |