T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 18 OCAK 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Ortadoğu'nun kralı İran ve İsrail olacak

  DAVID HIRST
Amerika'nın Irak'ı işgali, Irak'ın komşusu İran'ı yeni bir bölgesel güce dönüştürdü. Ancak işgalin sonuçlarının daha geniş bir alana yayılması, kaçınılmaz gibi görünüyor.

Amerikan askerleri henüz Bağdat'a girmeden önce, Ortadoğu uzmanı Volker Perthes, 2003'ün Mart'ında aynen şu tespiti yapmıştı: "'Gayr-ı meşrû' savaş'ın riskleri oldukça fazla olmasına rağmen, Amerika'nın savaş sonrası Irak'ın istikrarını sağlamakta başarısız olma ihtimalinin riskleri çok daha fazla olacaktır."

AMERİKA'YI BEKLEYEN FELAKET

Bugün Dr. Perthes'in tespitinin ne kadar öngörülü ve çarpıcı bir tespit olduğu artık daha iyi anlaşılıyor. Ve bu başarısızlığın sonuçlarının, herkesten çok Bush yönetimindekileri ürperttiğini gözlemliyoruz. Geleceğin gerçekten karanlık bir görünüm arzetmesi, Bush ve çevresindekilerce, "Irak'ta başlatılan sürecin" devam ettirilmesi yönündeki argümanın desteklenmesi gerektiği yönünde yorumlanıyor. Ancak ülkenin diğer öndegelen elitleri, ortaya çıkan tabloyu çok daha farklı şekillerde değerlendiriyorlar. Örneğin emekli Amerikalı general William Odom, bu tabloyu "Amerikan tarihindeki en büyük stratejik felâket" olarak değerlendiriyor.

Eğer generalin gözlemi doğruysa, felâket, nasıl bir görünüm alabilir? Ölçek bakımından, Irak'ı işgal ederken ileri sürülen o büyük beklentiyle, yani, Irak'ın, bütün bir Ortadoğu'nun yeniden şekillendirilmesi sürecinde bir platform işlevi göreceği iddiasıyla doğru orantılı olarak gerçekleşecek bu felaket.

Amerika'nın, özellikle de Amerikan askerinin bölgeden çekilmesi, hiç şüphe yok ki, sağlıklı, ayakları üzerinde durabilecek yeni bir Ortadoğu düzeninin kurulmasının önşartı ve mihenktaşıdır. Ancak Irak'ta beklenenlerin gerçekleşmemesi durumunda oluşacak başarısızlığın doğuracağı sonuç, en kötü felaket senaryosu olabilir: Yani, işgal öncesi durumdan çok daha kötü bir duruma dönülebilir. Bu takdirde, Irak, o bütün iyi şeylerin yatağı olması şöyle dursun, işgalin güya yok edeceği farzedilen bütün kötülüklerin dölyatağı ve yenilerinin de kaynağı olabilir.

MİLLİYETÇİLİĞİN VE İSLMCILIĞIN YÜKSELİŞİ

Bu durumda, eski bozuk düzenin kalıntılarının cirit atacağı, güvenin bütünüyle ortadan kalkacağı, vaziyeti korumak amacıyla iç baskıların tırmanacağı ya da dış maceraların kontrolden çıkacağı daha katı ve kötü yöntemlerin köksalacağı bir Ortadoğu, öncekinden çok daha büyük bir ormana dönüşecek. Ve dolayısıyla Amerikan-karşıtlığı da çok daha fazla artmış olacak. Amerikalıların Irak'tan "iyi" bir şekilde çekilmeleri, bu tür olayların ve gelişmelerin hızını kesebilir; "kötü" bir şekilde çekilmeleri ise, daha şiddetli ve daha geniş bir alana yayılabilecek tepkilerin ortaya çıkmasına yol açacaktır. Çünkü, Araplar, Irak'ın işgali hadisesini, Batılıların bölge ülkelerinin iç işlerine yaptıkları müdahalelerin o uzun tarihinin en berbat ve en son epizotlarından biri olarak görüyorlar. Öte yandan, bu müdahalenin işgal öncesi duruma dönülmesini önleyecek olumlu sonuçlar alınıncaya kadar, Irak'taki direnişin başarısı devam edecek olursa, bu direniş ruhu, bölgenin başka yerlerine, özellikle de Filistin'e hızla yayılacaktır.

Saddam'ın Irak'ı, Arap tiranlığının en belirgin modeliydi. Azınlığın iktidarı şeklindeki sekteryenizmi (mezhepçiliği), en temel unsuruydu bunun. Amerikalıların Irak'ta başarısızlığa uğraması durumunda, bu, bugünkü Ortadoğu'nun iki tedirgin edici ana gücünü birleştirecek Arap anarşisinin yegane modeli olacaktır: Bu güçlerden birincisi, temelde Sünnî-Şiî karşıtlığı şeklinde kendini gösteren ve o bildik eski despotik formunda olduğu gibi, çoğulcu formunda da tehlikeli olan sekteryenizm; ya da esas itibariyle Arap, Türk ve İranlılara karşı Kürt düşmanlığı şeklinde ortaya çıkan etnik düşmanlıklardır. İkincisi ise, evrensel iddialara soyunan, ideolojik olarak hareket alanı bulabilen İslâmcılıktır. Irak'taki son seçimler, İslâmcılığın, Irak'ın genişleyen mezhep ayrılıkçığının iki tarafında da hâkim ya da yükselen güç olduğunu gösterdi.

BOŞLUĞU İRAN VE TÜRKİYE DOLDURACAK; AMA...

Arap devletleri bu hercümercin içine sürüklenecektir. Dünyanın tek süpergücünün bölgeden çekilmeye hazırlandığı bir sırada, Amerika'nın bıraktığı boşluğu, Türkiye ve İran'ın yanı sıra bu yeni güçler doldurmayacak mı? Ama bunlar da, sonuçta, feci bir şekilde başarısızlığa mahkûm olacaklar.

Geçmişte, buralar, birbirlerinin iç ve dış işlerine burunlarını sokan rejimler tarafından kontrol ediliyordu. Bundan böyle ise, kendilerine meydan okuyan sekteryen ve İslâmcı devlet-dışı güçlerle boğuşmak zorunda kalacaklar. Gerçekte, bu ülkelerin hepsi birer gizli Irak'tır, özellikle de Basçı Suriye. Bunların birleşik bir devlet olarak ölüm döşeğinde olan Irak'a çeki düzen vermeleri değil, Irak'ın bunlara çeki düzen vermesi gibi bir durum sözkonusu olacak.

Bu kaostan ve hercümerçten, Irak'ın iki en güçlü komşusu olan Türkiye ve İran da kurtulamayacak ve nasiplerini alacaklar. Hele de, Irak'taki Kürt kurtuluş hareketinin her iki ülkedeki Kürt direniş hareketlerine yapacağı katkıyı hesaba katınca...

EN KÂRLI ÜLKE İRAN OLACAK

Bütün bunlar, başa çıkılması zor bir hercümerci tasvir ediyorsa da, en azından bir şey kesin artık: Amerika'nın Irak'ta başarısız olmasından ve uzunca bir süre iktidardan uzaklaştırılan Şii çoğunluğun gücü ellerine geçirmelerinden en fazla fayda temin edecek ve kârlı çıkacak ülke İran olacak. Bölgede oluşmakta olan bu yeni durum, sonuçta, elbette ki, Amerika'nın aleyhine olacak ve kullanılacak. Mollalar, uzunca bir süredir böylesi bir şeyin hesabını yapıp duruyorlardı zaten. Mahmud Ahmedinejad'ın cumhurbaşkanlığına gelmesiyle birlikte bu beklentileri aktif bir arzuya dönüştü. Ahmedinejad ve etrafındakiler, İran'ın bölgesel hâkimiyetinin önündeki tek engelin ABD olduğuna ancak Irak'ta yenilgiye uğramış bir ABD'nin ışığı sönen, gücünün sonuna yaklaşan bir ülke hâline geleceğine inanıyorlar.

Zira İran için sekteryen / etnik faktörle İslâmcı faktör, şu ân büyük bir fırsat ve imkân. Irak'ta Şiî nüfuzunun artması, İran'ın bölgedeki hâkimiyetini artıracaktır. Bu, Sünnîlerin hâkim olduğu Arap bölgesinde, özellikle de Ürdün'ün açıkça ürkmesine neden olan bir gerçektir. O yüzden Ürdün Kralı Abdullah, Irak'tan Suriye'ye, oradan da güney Lübnan'a kadar "Şiî hilâli"nin hızla yayılması konusunda uyarıyor. Bu nedenle, Ürdünlü politikacılar, Şiî tehlikesini bertaraf edebilmek için Irak'tan başlayan bir "Sünnî duvarı"nın inşa edilmesi gerektiğinden bile sözediyorlar.

Bunlara ilâve olarak, İran, Arap dünyasındaki radikal İslâmcılığın da ana patronu. Filistin ise İran'ın en fazla kârlı olduğu bir yer. Filistin mücadelesinin İslâmileştirilmesinin uzunca bir süredir savunucusu olan İran, Amerika'nın Irak'ta uğrayacağı başarısızlık üzerine, işgal altındaki topraklarda seküler-milliyetçi el-Fetih'in yerine geçecek yegane güç konumuna gelmekte olan Hamas'ı daha fazla etki alanına almayı başaracaktır.

Irak'taki savaşın sona ermesiyle birlikte bütün bunların gerçeğe dönüşmesini ve bölgenin en tehlikeli ülkesi İsrail ile İran'ın karşı karşıya gelmesini sağlayacak şey, İran'ın nükleer silahlar yapma arayışı içine girmesidir. Ama bu durum, İran'ın Arap kitleler arasındaki popülaritesini artırmaya katkıda bulunuyor. Arap kitleler, İran'ın bu çıkışını, Batılıların sömürgeci ukalalıkları ve saldırganlıkları ile İsrail'in nükleer monopolisi (tekeli) konusunda iki yüzlü davranmalarına karşı çıkma cesareti gösteren ve hiçbir Arap liderinin cesaret edemediği cesur bir çıkış olarak görüyorlar.

IRAK İŞGALİ VE İSRAİL'İN STRATEJİK HESAPLARI

Öte yandan, hiç kimse, Irak macerasına İsrail'den daha fazla yatırım yapmış ve daha büyük beklenti içine girmiş değil. İsrail, Amerika'nın Irak'ta başarılı olmasının, İsrail'in stratejik konumunu olağanüstü güçlendireceğini düşünüyor. Ancak Amerika'nın Irak'ta başarısız olması, İsrail'in, Filistinlilere karşı daha baskıcı davranmasına ve İran'a karşı askerî bir operasyona daha fazla hazır hâle gelmesine yol açacaktır.

Eğer ABD, İran'la tıpkı Irak'ta olduğu şiddete ve saldırganlığa dayalı bir tavır geliştirecek olursa, Irak'ta karşı karşıya kaldığı zorluklardan daha fazlasıyla karşılaşmaktan ve çıkmaz bir sokağın eşiğine sürüklenmekten kurtulamayacaktır. Çünkü ABD'nin İran'a karşı geliştireceği şiddetli ve saldırgan tavır, İran'ın daha sert bir tepki vermesine yol açacak, bu da, bölgenin çok daha büyük bir felâketin eşiğine sürüklenmesiyle sonuçlanacaktır.
(Bu makale, İngiltere'de yayımlanan The Guardian gazetesinin 13 Ocak 2006 tarihli nüshasından çevrildi).

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi