T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 29 OCAK 2006 PAZAR | ||
|
Gazeteler cumhurbaşkanlığı konulu spekülasyonlarla dolu yine. Konu, Davos'taki Dünya Ekonomik Forumu'nda da Başbakan Tayyip Erdoğan'ın peşini bırakmadı. CHP lideri Deniz Baykal ise Nuh deyip Peygamber demeyenlerden; onun istediği gelecek cumhurbaşkanını yeni Meclis'in seçmesi... Bütün bu karmaşaya bakınca, aklımızdan, "Acaba, cumhurbaşkanlığı seçimi diye başka bir şey mi tartışılıyor?" düşüncesi geçiyor. Tartıştığımız, Çankaya Köşkü'nde yedi yılını doldurduğunda Ahmet Necdet Sezer'in yerine 'kimin' seçileceği değil de başka bir 'şey' olmasın? Soru "Kim seçilsin?" olsaydı cevabını vermek zor olmazdı. Anayasanın 101. maddesinde bu sorunun cevabı var: "Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisince kırk yaşını doldurmuş ve yüksek öğrenim yapmış kendi üyeleri veya bu niteliklere ve milletvekili seçilme yeterliğine sahip Türk vatandaşları arasından yedi yıllık bir süre için seçilir." Her milletvekili aday olabiliyor; Meclis dışından aday gösterilebilmek için "Meclis üye tam sayısının en az beşte birinin yazılı önerisi" gerektiği de yine anayasada yazılı... Bu durumda, günü geldiğinde aday olacak bir milletvekili veya yeterli imzayı sağlamış Meclis dışından yeterliliği bulunan biri seçilecek demektir. Sekizinci (Turgut Özal) ve dokuzuncu cumhurbaşkanı (Süleyman Demirel) milletvekili idiler, onuncu cumhurbaşkanı (Ahmet Necdet Sezer) ise Anayasa Mahkemesi Başkanı koltuğundan Çankaya Köşkü'ne çıktı. Seçme zamanı geldiğinde, milletvekilleri, gönülleri kendi içlerinden birine yatarsa onu, yatmazsa dışarıdan birini aday göstererek görevlerini yerine getirecektir. İş bu kadar basit. O halde neden henüz bir yıldan daha uzun bir süre varken bu konu gündeme getiriliyor, hiçbir reel şartı ufukta görünmediği halde 'erken seçim' bile göze alınabiliyor? Sorun nedir gerçekten? Aslına bakılırsa, tarihi erkene alınmış bir seçimin bugünkünden çok farklı bir tablo çıkarmayacağı belli. Bazılarının beklentisi dört partinin barajı aşması ve dolayısıyla Meclis aritmetiğinin değişmesi; ancak şartlar öyle gelişebilir ki, yine iki partili (bu defa ikinci parti değişebilir) bir Meclis'e düşebilir cumhurbaşkanını seçme görevi. Kaldı ki, dört partili bir Meclis'ten de bugünkü Meclis'in muhtemel tercihine uygun bir cumhurbaşkanı çıkabilir. Cumhurbaşkanlığı tartışması bu sebeple hiç mâkul görünmüyor. Bu da, bizi, yeniden, "Acaba, farklı bir şeyi mi tartışıyoruz?" sorusuna döndürüyor. Cumhurbaşkanı, bazı gözlemcilerin fazla bulmasına rağmen, temsilî görevlere sahip. Devleti temsil ediyor ve kilit noktalara atanacaklar üzerinde doğrudan, önemli görevlere getirilecekler üzerinde de dolaylı belirleyici bir rol oynuyor cumhurbaşkanı. Milli Güvenlik Kuruluna her zaman, Bakanlar Kuruluna da gerekli görürse başkanlık ediyor. Hepsi bu kadar. Şimdi yaşandığı gibi, cumhurbaşkanları isterlerse 'fren' görevi üstlenebiliyorlar. Cumhurbaşkanı Sezer hükümetin daha iyi çalışacağı düşüncesiyle atadığı pek çok bürokratın kararnamesini geri çevirdi; daha önemlisi, doğrudan yaptığı atamalarla bazı anayasal kurumların yapısına damgasını vurdu. Onun yerinde bir başkası olsaydı, yaptığı tercihlerle, devletin hassas kurumlarının yapısı daha farklı oluşabilirdi. Üstü örtülü olarak tartışılan 'şey' şu olabilir mi: Cumhurbaşkanı, eğer öyle uygun görürse, devlet ile hükümet farklılığının devamını sağlayabiliyor. Demokratik ülkelerde halktan temsil yetkisi almış hükümet 'devlet' denen erki yönetir; devlet/hükümet farklılığı demokratik ülkelerde yoktur. Bizde "Cumhurbaşkanını bu Meclis seçmesin" diyenler galiba bu ikiliğin devamını istiyorlar... Türkiye günü geldiğinde yalnız cumhurbaşkanı seçmeyecek, demokratik olgunluk sınavı da verecek...
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |