T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

EKONOMİ-TOPLUM
Mustafa ÖZEL

Çin ve Japonya'da kapitalizm

Din veya herhangi bir ideolojinin ekonomik gelişmeye etkisi, devlet yapılanması gözönüne alınmadan değerlendirilemez. Konfüçyanizm, Çin'de ekonomik gelişmeye engel sayılırken, modern Japonya'da ekonomik büyümenin motoru oldu

Weber, kapitalizmin ruhunu Protestanlığa (Lutherciliğe değil, başta Kalvincilik olmak üzere Püriten mezheplere) bağlıyordu, Marx ile Sombart ise Yahudiliğe. Maxime Rodinson'a göre, kapitalist zihniyet ne Protestanlığa muhtaçtı, ne Yahudiliğe. Bir avuç insanda vardı bu. Sosyo-politik ve ekonomik şartlar bu zihniyetin belirli bir uğrakta Avrupa ve Amerika'da gelişip kökleşmesini sağladı. Bu süreci ille bir manevîyat odağına bağlamak bilim değil, işgüzarlıktır.

Peki, Avrupa dışı toplumlar niçin kapitalizme geçemediler? Rodinson'un cevabı basitti: Avrupa engellemeseydi, geçebilirdiler. Kapitalizmin iki dinamiğinden biri iç, diğeri dış sömürüydü. Avrupa kapitalizmi içeride olgunlaştıktan sonra, sınırsız sermaye birikimi, sistemi emperyalizme zorladı. Avrupa'nın kapitalist kalabilmesi için, bütün Avrupa dışı toplumların periferileştirilerek sisteme eklemlenmesi gerekiyordu. Bu, aşağı yukarı, bağımlılık okulu ile dünya-sistemcilerin de savunduğu görüştür.

Weber mi haklıydı, Rodinson ve diğerleri mi? Gerçek şu ki, bu muhteşem genellemeleri tarihî bağlamları içinde ele alıp incelemedikçe, büyüleyici etkilerinden kurtulamayız. Osmanlı, Hint, Çin, Japon ve Rus tarihi çalışmaları ilerledikçe, sorularımızı daha doğru sorar hale geleceğiz. Bu hafta Çin ve Japon vakalarına dair iki tezi özetleyecek, haftaya Sabri Ülgener'in Osmanlı tahlilini ele alacağım.

Norman Jacobs 1958 yılında yayımlanan Doğu Asya'da Modern Kapitalizmin Kökeni

başlıklı kitabında şu temel soruyu soruyordu: "Modern sanayi kapitalizmi niçin bir Doğu Asya ülkesinde (Japonya) ortaya çıktı da, bir diğerinde (Çin) ortaya çıkmadı?" Weber'in tezinden hareketle, Japon inançlarında Protestan ahlâkının bir benzerini bulmaya çalışan Jacobs, düşkırıklığına uğradı. Tesellisi şuydu: Japonya'da kapitalizmi destekleyecek bir dinî öğreti olmasa da, ortaya çıkmasını engelleyecek bir ideoloji de yoktu. Çin'de vardı: Konfüçyanizm. Orada hakim Konfüçyen ideoloji kapitalizmin gelişmesine apaçık düşmandı. Jacobs hızını alamayarak, Wittfogel'ciliğe bile soyunur: Konfüçyen Çin, herhangi bir ekonomik gelişme yeteneği olmayan oryantal bir toplumdur! Bilginimiz, Çin siyasasının 2000 yıldır Konfüçyen olduğunu ve son 500 (bazılarına göre son 200) yıla kadar dünyanın en güçlü ekonomik merkezi olmaktan hiç geri kalmadığını anlamaktan uzaktır. Robert Bellah'ın Tokugawa Dini başlıklı tezi (1957) bir tür "bürokrasinin ruhu" teorisine kapı açıyor. 19. yüzyıl Japonya'sında ekonomik gelişmenin öncüleri tüccar ve işadamları değil, samuraylar yani devlet memurları oldu. Meiji Restorasyonu (1868), daha önce ticarî işlerden uzak duran ("elini paranın kirine bulaştırmayan!") samurayları iş hayatının içine çekti.


Cahiliye Mekke'sinde ekonomi

Son Peygamber, Mekke'de doğmuş ve büyümüştü. Mekke, tarıma elverişli olmaması yüzünden, insanların büyük ölçüde ticaretle uğraşmak zorunda kaldıkları bir belde idi. Aynı zamanda beynelmilel (Hind-Bizans-Avrupa) ve bölgesel (Yemen-Irak-Suriye) ticaret yollarının üzerindeki önemli bir uğrak olan Mekke, kutsal bir yapı olan Kâbe'nin varlığından ötürü güvenli bir belde idi. Bu güvenlik ticarî ilişkileri kolaylaştırıyor ve Mekke ahalisi için önemli bir gelir kaynağı oluyordu.

Cahiliye Mekke'si devrin şartlarına göre ileri ölçüde gelişmiş bir ticaret merkeziydi. Haram aylarda şehrin civarında muntazam panayırlar kurulurdu; bunların en önemlileri Ukaz, Mecenne ve Zu'l-Mecaz idi. Hz. Peygamber'in dedesi Haşim tarafından geliştirilen mudarabe sistemi ile Kureyş içinde bir nevi sermaye ortaklığı kurulmuş ve harem sınırlarının dışında da ticarî faaliyetlere girişilmişti. Mekke'den uzak mahallerde iktisadi güvenliği sağlayabilmek için ilâf kurumu geliştirilmişti. Buna göre, Kureyş kervanlarının geçtiği yollar üzerinde bulunan kabileler bu kervanların geçiş güvenliğini sağlayacak, karşılığında kendilerinin ürettiği mallar Mekke tüccarı tarafından uzak pazarlarda satılıp bedeli kendilerine teslim edilecekti. Bu durumda hem Mekke sermayesi güçleniyor, hem civardaki kabile ekonomileri gelişiyor, böylece Mekke merkezli geniş bir ekonomik alan oluşuyordu. Büyüyen sermayelerini kendi kabile ekonomileri içinde kullanamaz hale gelen tacirler Mekke'ye göç ediyorlardı. Mekke'ye yerleşen her tacir, hilf anlayışı gereğince, kendi dengi olan bir tacirle ittifak kurmak zorunda olduğundan, tüccar sermayesi daha da güçleniyor ve dar alanlara sığamaz hale geliyordu.

Mekke büyük bir ticaret merkezi olma yolunda mesafe kat ettikçe, tacirlerin yanısıra geniş bir hizmet sınıfı oluşmaya başladı. Bu durum hem toplumsal bir tabakalaşmaya, hem de sınıf içi çatışmalara yol açıyordu. Mekke tüccarı, elde ettiği servetten ötürü kibirleniyor ve tıpkı bu dünyada olduğu gibi öbür dünyada da itibar göreceklerini vehmediyorlardı. Kur'an'da onların bu durumlarına birçok defa işaret edilmektedir:

"Malları ve çocukları en çok olan bizleriz, azaba uğratılacak da değiliz, derlerdi". (34/35)

Sınıf-içi çatışmaların şiddetini en iyi belgeleyen hadiselerden biri hilf'ul-fudul adı verilen ittifakın kurulmasıdır. Nispeten güçlü kesimler iktisadî ilişkilerin boyuna kendi lehlerine sonuç vermesini sağlamak için, yeri geldiğinde kaba güç kullanmaktan çekinmiyorlardı. Bu durum hem iç güvenliği zedeliyor, hem de civar bölge tüccarının Mekke panayırlarına itimadını sarsıyordu. Kureyş içinde Benu Ümeyye fırkası diğerlerine baskı yapıyor ve iktisadî rantın büyük bölümüne el koymak istiyordu. Bunun üzerine Benu Haşim, Zühre ve Teym fırkaları biraraya gelerek kendi ittifaklarını kurdular. Muhammed Hamidullah hilf'ul-fudul 'un tesisini şöyle tasvir etmektedir:

Zengin ve itibarlı bir şahıs olan Abdullah ibn Cüd'an'ın evindeki törene genç, ihtiyar Mekkelilerden kalabalık bir grup iştirak etti ve şöylece yemin ettiler: "Allah'a yemin ederiz ki hepimiz mazlum ile birlikte zalime karşı, bu zalim mazlumun hakkını verinceye kadar, bir el gibi olacağız. Bu ittifakımız, denizde bir tüyü ıslatabilecek kadar su kalıncaya dek ve Hira ile Sabir tepeleri yerlerinde durdukça ve mazlumun iktisadî durumunda eşitliğe tamamen riayet edilerek devam edecektir."

MEDİNE PAZARININ TEMEL İLKELERİ

Mekke'nin önde gelenleri iktisadî sistem üzerinde tam bir tahakküm kurmuşlardı ve imtiyazlarına karşı çıkılması durumunda hemen tepki gösteriyorlardı. Muhammed Hamidullah, Belazuri'den naklen çok öğretici bir hadiseden söz etmektedir:

Zebid kabilesinden bir tacir Mekke'ye mal satmaya geldi. Ebu Cehil başka tacirleri Zebidli ile ticaretten menetti ve kendisi de çok düşük bir fiyat teklif etti. Ebu Cehil'in öyle bir nüfuzu vardı ki, kimse daha yüksek bir fiyat teklif edemedi. Tacir pek üzgün olarak Hz. Peygamber'e gitti. Resulullah, üç deveden müteşekkil malı, mal sahibinin istediği fiyattan satın aldı ve Ebu Cehil ile sert münakaşalar oldu. Belki de bu hadise bir daha asla uzlaşmamak üzere aralarını açtı. Müslümanlar Mekke döneminde kendilerine ait bir iktisat siyaseti uygulama gücüne sahip değildiler. Bu imkânı Hicret'ten sonra Medine'de elde ettiler. Hz. Peygamber, Medine'de bir yandan Müslümanların siyasî hukukunu tespite yönelik adımlar atarken, bir yandan da Medine Pazarı'nın temelini atıyordu. Ayrı bir pazar kurulmasının başlıca iki amacı vardı:

(1) İslamî ilkelerin uygulanacağı bir iktisadî düzen kurulması;

(2) Bu sayede Müslümanların iktisadî güç elde etmeleri ve inanmayanların sultasından kurtulmaları.

Medine Pazarı'nda üç temel ilke vazedildi:

(1) Pazar yerinde kimse belirli bir yeri sahiplenmeyecektir;
(2) Vergi alınmayacaktır.
(3) Fiyatları Allah belirleyecektir.

Bu ilkeleri bugün şu şekilde yorumlamanın mümkün olduğunu düşünüyorum:

(1) Siyasî otorite iktisadî hayat içinde rant oluşumunu engelleyici biçimde davranacaktır;

(2) Piyasa düzenlemeleri üretici ve satıcılar için cazip olacak biçimde düzenlenecek, servet kazanılmadan vergilendirilmeyecektir.

Böylece hem iktisadî hayata dinamizm gelecek, hem de müşteri konumundaki halk daha elverişli şartlarda mal temin edebilecektir. Fiyat oluşumu hem nesnel, hem öznel bakımdan son derece karmaşık bir süreç olduğundan, doğru (adil) fiyatı bilse bilse Allah bilir. Ondan başka hiçbir kurum veya otorite doğru fiyatın ne olduğunu bilemez. Dolayısıyla, fiyatlar pazarda serbestçe oluşmalıdır. Müdahalesiz fiyat, adil fiyattır.

Müslüman bir toplumun iktisat düzenini, müdahaleden mümkün olduğunca uzak bir serbest rekabet düzeni olarak tanımlayabiliriz. Hz. Peygamber'in narh konulması teklifini "Fiyatları belirleyen Allah'tır" diyerek geri çevirmesini, hiçbir beşerî örgütün -savaş veya kıtlık gibi zorlayıcı bir durum söz konusu olmadıkça- fiyatları tespit gücüne ve hakkına sahip olmadığı tarzında yorumlayabiliriz. Mesela, hem bir âlim hem de bir muhtesîb olan İbn Teymiye, normal (yani spekülasyondan uzak) piyasalarda resmî fiyat tespitinin doğru olmadığını söylemektedir. "Normal bir piyasada tüccar ve zanaatkârlar müşteriden maliyet fiyatlarını ve ilaveten risklerinin karşılığı olan bir fazla değeri talep ederler. Daha spekülatif bir piyasa durumunda ise, piyasaya iştirak edenlerin öznel değerlendirmeleri önemli bir rol oynar. Merkezî otoritelerin (kıtlık ve benzeri durumlarda) zaman zaman vuku bulan müdahalesi ahalinin temel ihtiyaçlarının giderilmesi için faydalı olabilir. Ancak, loncalar veya resmî otoriteler tarafından genel fiyat tespiti, hem verimsiz, hem de etkisiz olması hasebiyle, doğru değildir."

Sonuç olarak, din ile ekonomi arasında son derece girift ilişkiler var. İbn Haldun, büyük ekonomik servetleri şüpheli görür. İmam Gazali, büyük servet arayışını insanın "rububiyet temayülüne" bağlar. Bir nevi tanrılaşma. Bununla beraber, ayet-i kerimelerle sabittir ki, "Peygamberler yemek yer ve çarşılarda gezerlerdi." Son peygamber bir tacirdi; ilk mü'min hanım bir tacirdi; mensup oldukları Kureyş kavmi "Tüccar-ül Arap" idi; Mekke bütünüyle bir ticaret şehriydi. Elmalılı Hamdi'ye göre, Kureyş kelimesinin kökünde bile "kuruşlanmak" vardır. İslamiyet adeta ahir zamana model sayılabilecek bir ticaret beldesinde zuhur etti. Tehlikeli yanlarına rağmen, ticaret insanoğlunun temel faaliyetlerinden biridir ve esası bakımından kötü sayılamaz. Kapitalizm, serbest ticaret sistemi değil; aksine, serbestliğin bastırılmasıyla elde edilen bir yüksek kâr (daha doğrusu, rant) sistemidir. Devlet, bu rant sisteminin garantörüdür.

Samuray işadamlarının ahlâk kodu

  • Küçük işlerle vakit kaybetmeyin; büyük işletmeler kurun.
  • Bir işletmeyi başlattığınızda, başaracağınızdan emin olun. (Kendinize güvenin.)
  • Spekülatif işlere girişmeyin.
  • Bütün işletmeleri, millî çıkarı gözeterek çalıştırın.
  • Halka hizmetin saf ruhunu aklınızdan çıkarmayın.
  • Gayretli ve tutumlu olun; başkalarını da düşünün.
  • Uygun personelle çalışın.
  • İşgörenlerinize iyi davranın.
  • Girişime başlarken cesur olun; fakat işi yürütürken kılı kırka yarın


    Özetin özeti

    Din veya her hangi bir ideolojinin ekonomik gelişmeye etkisi, mevcut devlet yapılanması göz önüne alınmadan değerlendirilemez. Konfüçyanizm, Çin'de ekonomik gelişmeye engel sayılırken, modern Japonya'da ekonomik büyümenin motoru oldu. Çin devleti 1979'dan beri kendini yeniden yapılandırırken, daha önce ayakbağı sayılan Konfüçyanizm gene ön plana çıktı. Bu sefer, gelişmenin temel dinamiği olarak! İslam tarihinde de din ile ekonomik gelişme arasındaki ilişki, siyasî yapılanma hesaba katılmadan irdelenemez. Günümüz Türkiye'sinde bile durum farklı değildir.

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi