T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 29 OCAK 2006 PAZAR
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Rasim ÖZDENÖREN

Uzaktaki soğuk

Şimdiki soğuklar bana arızî görünüyor. Sibirya veya İzlanda soğuğu diye anılan soğuklar nasıl bizim yerli soğuğumuz olabilir? Ben, bizim yerli soğuğumuzun şahını çocukluk yıllarımın Maraş'ında ve Malatya'sında yaşadım. Damların saçaklarından koca kütükler halindeki buz sarkıtlarının aylarca asılı kaldığı günlerdi...

O tarihte daha radyatörü bilmezdik. Sobalı evlerde yaşıyorduk. Ayakkabılarımız dışarda kaldığından, sabahleyin okula giderken giydiğimizde ayaklarımız buz keserdi. Akşama kadar ayaklarımız ısınmazdı. Okulumuz da sobalıydı.. odun sobası.. Eğer okula geldiğimizde sobayı yanmış bulursak, hemen çevresine halkalanırdık. Ellerimizi birbirine sürte sürte ısıtmak isterdik. Ayaklarımızı sobaya doğru uzatmaya çalışırdık. Ama doğru dürüst ısınmaya fırsat bulamadan zil çalardı. Sanırım ondan sonra da üşüdüğümüzü unuturduk. Ama her şeye rağmen bir şeyden emindik: bir evimiz vardı. Okuldan çıktığımızda, bizi bekleyen bir ailemizin olduğunun bilincindeydik. Karnımızı doyuracağımızı, sobamızın kenarında iyi kötü ısınacağımızı, uyumadan önce ninemizin bize anlatacağı bir masalının mutlaka bulunduğunu bilirdik. Bütün bunlar, her şeye ve her şeye rağmen içimizi ısıtmaya yeterdi. O zaman yaşadığımız havanın soğukluğu yerliydi: bir bunun sıcaklığı bile, içimizi ısıtmaya yetiyordu, yeterdi.

Ama şimdi.. şimdi Sibirya veya İzlanda soğuğundan söz açılıyor...

Yollarda kayan arabalar, yardım bekleyen insanlar, bu yardım için kurulmuş ekipler, onların taleplere cevap veremeyişi, dünyadan habersiz kardan adam yapan çocuklar, okul yolunda ayakkabısız, çorapsız yürümeye çalışan okullu çocuklar, kazaya uğrayanlar, bu kazada yaralananlar, ölenler, bu kazazedelerin yakınları.. bunların her biri aslında, bir romana muhteva kazandıracak olay ve anlam yüküyle dolu..

Ancak bütün bu facialar, onları bir ekranın arkasından izleyenler için ne anlam taşır? Kestane kebabını yiyerek bu olayları TV ekranında izleyen insan bu facialar karşısında nasıl bir tepki gösterir? "Vay canına gene çok iş olmuş!" derken lokmasını yutunmaya çalışır ve o arada dilinin ucundan bir "cık cık" sesiyle eseflenme emaresi gösterir. Hepsi bu. Ve yeni görüntüler, bir önceki faciayı çoktan unutturmuş olur.

Böyle olmasına rağmen, unutulmayacak, unutulmaması gereken enstantaneler, bilincimizin altlarına, derinliklerine saplanır: evsizler! Evsiz kişilerle ilgili olarak verilen haber konusu kimselere haberciler bu adı yakıştırmış.. onlar, sokak çocuğu falan değil.. onlar evsiz.. Evsizlik nedir bilir misin? Marmeladov'un konuşmasını hatırlamaya çalışın, o, soruyu şöyle ortaya koyuyordu: "Gidecek yeri olmamak nedir, bilir misin bayım?" diyordu Raskolnikof'a. Onun cevabını beklemeden devam ediyordu: "Bu, sefalettir bayım. Hayır, yoksulluk değil, sefalet.. yoksulu kulağından tutup kapı önüne bırakırlar, sefile el sürmeye tenezzül etmezler, onu süpürgeyle süpürüp atarlar..." İşte, bu soğuk havalarda, evlerinden -var idiyse bir evleri- süpürülerek sokağa atılmış insanlar, beni, kazazedelerden de, başka her türlü zorda kalmış olandan da daha çok yaraladı. Onlarla gerçi bir yığın perde arkasından ve sanal bir dünyadan irtibat kurmamız mümkün müydü.. hayır, irtibat değil, haberli olmamız diyelim.. Gene de, belediyenin o insanlara hazırladığı sığınma yerindeki manzara göz yaşartıcıydı.. Kendisiyle yapılan mülakatta birinin söylediği şu birkaç kelime insanın kalbine ok gibi saplanıyordu: "Başının çaresine bak!" Böyle demişler ona.. Bu sözü söyleyenin de, söze muhatap olanın da çaresizliği nasıl da cascavlak ortada kalmış bir sefaleti remz ediyor, farkındasınız...

Şu günlerde yaşadığımız soğuk hava şartları, bu soğuğu evinde geçiştirmeye çaba gösterenler için acaba nasıl bir anlam yüklenmiş olabilir? Yalnızca bir hayal.. mi acaba? Belki de bir hayalet.. veya birsam.. yoksa bir kâbus.. mu? Onu yaşayanla, yaşayana bakıp dövünen arasındaki fark, burada da baş döndürücü bir uçurum derinliğiyle dibe doğru iniyor, iniyor...

Sevgili Arif BİLGİN dostumuzun çağrısını sunuyorum:

Dostlar, Allah rızası için şu soğuk, dondurucu kış gününde fazla battaniyeniz yok mu?

Kullanılmış, eskimiş de olabilir... Pakistan'daki depremzedeler üşümeye alışmış ama donmayla baş edemiyorlarmış... Yarınlarda üşümek istemiyorsanız; kulak veriniz bu çağrıya; lütfen... İrtibat: arifbilgin@dsl.ttnet.net.tr

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi