|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 31 OCAK 2006 SALI | ||
|
|
Artık gündemde Ortadoğu değil, Amerika'nın Irak'taki işgalinin ne zaman biteceği değil, İsrail işgali ya da direniş değil; HAMAS var. İsrail'in işgali ne zaman bitireceği değil HAMAS'ın İsrail'i tanıyıp tanımayacağı, direnişe son verip vermeyeceği Ortadoğunun ana gündem maddesi. Aslına bakılırsa Hamas'ın demokratik yöntemle Filistinlilerin temsiliyetini elde etmesi gecikmiş bir başarıdır. Zira Filistin Kurtuluş Örgütünün İsrail'le barış masasına oturduğu dönemden itibaren Hamas'ın temsil ettiği ideolojik çizgi zaten yükselişe geçen bir trenddi. Paradoksal biçimde FKÖ, beslendiği çizginin düşüşe geçtiği dönemde uluslararası sistem tarafından Filistinlilerin yegane temsilcisi konumuna geçirildi. Açıkcası Filistin direnişinin en önemli ideolojik kaynaklarından birini oluşturan Arap milliyetçiliğinin düşüşe geçtiği dönemde Arafat uluslar arası sistem ve İsrail tarafından muhatap alınarak Filistinlilerin temsilcisi kabul edildi. Bunun karşılığında ise FKÖ İsrail'i tanıyarak bir bakıma işgal yönetiminin meşruiyetini sağladı. Aynı dönemde FKÖ'nin ideoljik tabanı gittikçe zayıflarken tabandan gelen, işgal içinden beslenen bir dinamizm direnişe rengini vermeye başlamıştı. İşte Hamas'ın kazandığı seçim başarısı en az 15 yıllık bir gecikmenin demokratik yolla temsilinden başka bir şey değildir. Şu anda bakmayın uluslar arası sistemin tehditler yağdırdığına. FKÖ ve Arafat'la önce gizli daha sonra diplomatik ilişkiye geçtiklerinde Batıdaki imajı Hamas'tan farklı değildi. Arafat'la terör kelimeleri birbiriyle eşanlamlıydı adeta. Arap milliyetçiliğinin düşüşe geçtiği süreçte ideolojik temellerinden yoksun bir Filistin yönetimiyle görüşmelere başlandı ve silahlı direnişin kontrolü, ehlileştirilmesi Filistinlilere ihale edildi. 1990'lardan itibaren başlayan Barış Sürecinden elde kalan özet şu: İsrail'in meşruiyeti ve işgalin uzaması ve Kudüs'ün işgal statüsünün İslam ülkelerince bile içselleştirilmesi. Bunun karşılığında bir dönem devletcilik oynayan Filistinlilerin birbirine kırdırılması, utanç duvarıyla işgalin çekilmez boyutlara gelmesi. Gazze'den çekilme gösterisiyle Batı Şeria'daki işgalin pekiştirilmesi, Yahudi göçünün buralara yoğunlaşması, Filistinli mültecilerin dönüşü gibi bir sorunun gündemden düşmesi... Uluslararası hukuk açısından tüm bu sorunlar kağıt üstünde duruyor elbette, ancak işgalciden çok 'işgale karşı topraklarını ve özgürlüklerini savunanların sorgulandığı' bir güç dengesine dayalı terör ve demokrasi retoriği var gündemde. Sonuçta uluslararası ilişkiler temelde güç ilişkisine dayanıyor. 11 Eylül sonrasını devlet terörü için piar unsuru olarak kullanan İsrail, Amerika'nın işgalci planlarıyla kendi stratejik hedeflerini uyumlu hale getirerek Filistinlilere hiçbir şey vermeden diplomatik ve psikolojik olarak konumun güçlendirdi. Bundan sonra ne olacak sorusu daha çok HAMAS ne yapacak olarak algılanıyor. Filistin dengeleri açısından, Hamas'ın sahip olduğu popüleritesini ve ideolojik temsil gücünü demokratik süreçle de ispatlamış olması aslında İsrail açısından önemli bir açmaz oluşturacak. Bundan sonra Hamas'ı ciddi bir sınavın beklediğinde kuşku yok. Siyasette haklı olmakla hakkettiğini elde etmek arasında her zaman önemli çelişkiler olmuştur. Hamas'ı bekleyen en önemli sınav silahlı bir direniş örgütü olmaktan önce sosyal yardım kurumu gibi çalışan bir örgüt olarak siyasi aktör haline gelmenin gerektirdiği hazırlığa sahip olup olmadığını göstererek verecek. Başta İsrail olmak üzere Amerika ve uluslar arası sistem tarafından gelecek baskılara direnmekle siyaset yapma arasındaki çelişkileri nasıl aşacağı Hamas kadar Filistin'in geleceğini de belirleyecektir.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |