|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 31 OCAK 2006 SALI | ||
|
|
"BÜYÜK İSRAİL FİKRİ"NİN KÖKENLERİ Ulusal güvenlik, İsrail'deki Yahudilerin çoğunun en temel takıntısı. Tahmin edilebileceği gibi, İsrail devletinin güvenliği, oldukça zor bir mesele ve uzun zamandan bu yana da böyle bu. Ancak Ariel Şaron, bütün hayatı boyunca, İngiliz mandası olan bütün topraklarla, Golan tepeleri ve daha ötesinin bütünüyle İsrail'in hakimiyeti altına girmesini isteyen ve bunun için çalışan biriydi. Şaron, başından beri bütün bu toprakları, belirgin bir şekilde nüfusunun çoğunluğunu Yahudilerin oluşturacağı İsrail devletinin kurulması için istiyordu. Bu fikirleriyle Şaron, Vladimir Jabotinsky'yle ve Jabotinsky'nin Siyonizm hareketi içindeki Revizyonist eğilimle aynı çizgideydi. Hatırlayalım: Jabotinsky, partisini, Trans-Ürdün'ün (bugünkü Ürdün'ün) İngiliz Mandası'ndan çıkarılmasını protesto etmek amacıyla kurmuştu. Bugünkü Likud Partisi'nin mirasçısı olduğu Revizyonistler, İsrail'in her zaman olabildiği ölçüde en geniş topraklara yayılması fikrini savunuyorlardı. Ayrıca Revizyonistler, askerî açıdan güçlü ve gerektiğinde saldırgan bir İsrail'in, "demir duvar" politikasını benimseyen bir İsrail'in zorunluluğu konusunda daima ısrar ediyorlardı. Dahası, Şaron, parlak bir askerdi. Art arda yaşanan Arap-İsrail savaşlarında, artan bir şekilde önemli bir rol oynamıştı. Ayrıca, İsraillilerin daha sonra kendisini sonuçta "görünüşte" mahkûm ettikleri 1982 Lübnan işgali sırasında ise [Sabra ve Şatilla katliamı nedeniyle Lübnan Kasabı olarak anılmasına yol açacak-YK] ürkütücü bir rol üstlenmişti. 1973'ten itibaren değişik hükümetlerde bakan olarak görev aldığında, işgal altındaki bölgelere yeni Yahudi yerleşim birimleri kurulmasında yoğun çaba gösteren ve böylelikle, gelecekte vuku bulacak barış görüşmelerinde başa çıkılması zor bir fiilî durum yaratma niyetiyle hareket eden bir liderdi. O hâlde, Şaron'un barışçı olarak tanınmasına yol açan şey neydi, peki? İki şey: Şaron'un gerçekçilik dozu. Şaron, kendi programını tam olarak uygulamaya kalkışmasının, makul olmadığı gerekçesiyle Amerikan yönetimi tarafından bile çok fazla karşı çıkıldığını görmüştü. Ve beklenmedik bir nüfus felâketinin patlak vereceğinden korkmaya başlamıştı: Yani, farklı doğum oranları nedeniyle İsrail'deki Arap nüfusunun hızla artabileceği endişesi. Öte yandan, "merkez"deki İsrail politikacılarıyla, İsrail yanlısı Batılılar arasında, yeni bir yerleşim yeri açabilmek için gerekli tavizleri ancak ürkütücü bir şahin'in verebileceği şeklinde yaygın bir kanaat vardı. De Gaulle örneği, Cezayir'in bağımsızlığı ve Nixon'ın Mao Zedong'la yaptığı görüşme gibi hadiseler sürekli olarak zikrediliyordu. ŞARON, NELERİ PLANLAMIŞTI? Peki, Şaron'un planı neydi? Şaron, Arapların çoğunlukta, Yahudilerin ise azınlıkta olduğu işgal edilmiş bölgeleri yavaş yavaş boşaltmayı [dolayısıyla yeni Yahudi yerleşim birimleri açmayı-YK] planlıyordu. Gazze, ilk adım olacaktı. West Bank'ın değişik dağınık bölgeleri ise ikinci adım. İşte Şaron, bugün yoğun olarak Yahudi yerleşimcilerinin yerleştirildiği bölgeleri önceden planlamıştı ve bunlara yenilerini ilave etmeyi düşünüyordu. Bunlar arasında, tabiî ki, en başta, Doğu Kudüs geliyordu; ama aynı zamanda, duvarın dikildiği West Bank'taki üç yerleşim bloğu da bu planlar arasında yer alıyordu. Bütün bunlar tamamlandıktan sonra da, Filistinlilere dönüp, ciddî bir askerî güce sahip olmamak, İsrail'i tanımak ve yeni sınırların kalıcı olduğunu kabul etmek şartıyla devletinizi kurabilirsiniz demeyi planlıyordu. Dahası, hiçbir Filistinli liderin bu ağır şartları kabul etmeyeceğini çok iyi bildiği için, bütün bunları, Filistinli liderlerden hiç birine danışmadan tek taraflı olarak yalnız başına yapmayı düşünüyordu. ŞARON'UN İLLÜZYONLARI NELER? Peki, Şaron'un illüzyonu neydi? Her şeyden önce, Filistinlilerin, kendisi tarafından tek taraflı olarak dayatılan bu planları kabul etmekten başka seçenekleri olmadığına inanıyordu. Şaron'un nasıl olup da böylesi bir şeyi düşünebildiğini anlayabilmem gerçekten çok zor; çünkü, Filistin'in en "ılımlı" liderleri bile, bunların hiç birinin kesinlikle kabul edilemez olduğunu açıkça beyan etmişlerdi. İkinci olarak, Şaron, zamanlamanın İsrail'in lehine olduğunu düşünüyordu. Şaron'un böyle bir şeyi de nasıl olup da düşünebildiğini anlayabilmem de hakikaten çok zor. Çünkü, İsrailliler, en azından 1973'en bu yana uluslararası meşruiyetlerini sürekli olarak yitiriyorlar. İsraillilerin saldırgan tek taraflılıkları, Bush'un işini de zorlaştırıyor sürgit. Ama İsraillilere göre bu işin başka çaresi yok; herkes bunu böyle kabul etmek zorunda! Oysa, bütün bu olup bitenler, Şaron'un planları, İsrail'in gayrı meşrulaşma sürecini hızlandırmaktan başka bir işe yaramıyor; tıpkı Bush'un Irak'ı işgal etmesinin Amerika'nın gücünün düşüşe geçme sürecini hızlandırması gibi.
İsrail'in tanınmış diplomatlarından Abba Eban'ın şöyle söylediği rivayet edilir: "Araplar, bir fırsatı kaçırma fırsatını aslâ kaçırmazlar." Abba Eban'ın söylediği bu sözün, son 50 yıldan bu yana gelip geçen İsrail'deki liderler için çok daha doğru olduğu söylenemez mi? Şaron, İsrail'deki illüzyon politikalarının ve illüzyonist politikacıların son örneği olabilir. Ancak unutmayalım ki, barış, askerî bir düzenleme değil, daima siyasî bir düzenlemedir.
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |