|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 31 OCAK 2006 SALI | ||
|
|
Eserleri Türkçe'de de yayınlanan günümüz siyaset bilimcilerden Samuel P. Huntington'a göre 1974'ten bu yana dünyada Üçüncü Demokratikleşme Dalgası yaşanmaktadır. 1974 yılında Portekiz'de Karanfiller Devrimi olarak ifade edilen Salazar diktatörlüğünün çöküşüyle başlayan demokratikleşme süreci kısa zaman sonra Orta ve Doğu Avrupa ülkelerine sirayet etmiş ve bu bölgelerdeki diktatörlüklerin çöküşüne yol açmıştır. Üçüncü Demokratikleşme Dalgası olarak ifade edilen bu süreç halen devam etmekte ve Avrupa dışı bölgelerdeki otoriter/totaliter rejimlerin demokratik sistemlere dönüşmesi yaşanmaktadır. Huntington doksanlı yılların başında yazdığı Üçüncü Demokratikleşme Dalgası'nda Orta ve Doğu Avrupa ülkelerinde demokrasiye geçilmesini sağlayan bu sürecin özellikle Konfüçyen ve İslam kültürünün egemen olduğu bölgelere ne zaman ulaşacağını ve buralarda demokratik sistemlerin kurulup kurulamayacağını merak etmiştir. 11 Eylül saldırılarına maruz kalan Bush yönetimi, ülkesine yönelen terörün kaynaklarından birinin Ortadoğu ülkelerindeki otoriter/totaliter yönetimler olduğuna inanmış ve Batıyı tehdit eden terörün önlenmesi için Ortadoğu'da kontrollü bir demokratikleşmenin desteklenmesi gerektiğini savunmuştur. Meşhur Büyük Ortadoğu Projesi, kısmen böyle bir ön kabulden hareketle geliştirilmiştir. Amerika Birleşik Devletleri (ABD) açısından bölgede öncelik demokratik yönetimler değil kendi menfaatlerine uygun hareket eden devletler olmuştur. Hatta demokratik yönetimlerin ABD menfaatleri ve bölgesel projeleri için sorun oluşturması söz konusuydu. Onun içindir ki ABD-Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleri ilişkilerinden hiçbir zaman ciddi bir sorun yaşanmamıştır. ABD'nin sorun yaşadığı ülkelerde demokratikleşme mevcut siyasi rejimleri köşeye sıkıştırma argümanı olarak devreye girmiştir. Batı bölgede demokratikleşmeyi istiyor mu? Şimdi gelinen noktada ABD ve Batının demokratikleşmeyi tercih edip etmeyecekleri sorusu ortadadır. Şu birkaç sene içerisinde iyi kötü demokratik süreçlerin işlediği ülkelerde Batı karşıtı ve kısmen İslamcı nitelikleri belirgin olan kadrolar sandıktan başarıyla çıkmasını bildiler. Türkiye'de 2002 seçimlerinde Ak Parti seçimi kazandı ve iktidar oldu. Lübnan'da geçen yıl yapılan seçimlerde İran desteğindeki Hizbullah parlamentoda 54 sandalye elde etti. İran'da açıkça ABD ve Batı karşıtı olan Mahmud Ahmedinejat oyların yüzde 62'sini alarak başkanlık koltuğuna oturdu. Yine geçtiğimiz ay Irak'ta yapılan seçimlerde M. Sadr liderliğindeki Birleşik Irak İttifakı 128 sandalye kazanarak Irak'ın yönetiminde Şiilerin etkisini gösterdi. Mısır'daki seçimlerde de Müslüman Kardeşler 88 sandalye kazanma başarısını gösterdiler. Ve sonunda geçen hafta yapılan seçimlerde Filistin'de Hamas, kırk yıllık el-Fetih egemenliğine son vererek oyların büyük ekseriyetini alıp 45'e karşılık 74 sandalye kazandı. Bütün bunlar ne anlama geliyor? Yarın Suriye'de, Ürdün'de, Yemen'de, Suudi Arabistan'da ve Körfez ülkelerinde çok partili seçimlerin yapılması durumunda benzer şekilde İslami kimliği belirgin partilerin başarılı olması asla ihtimal dışı değildir. Times gazetesi diplomasi editörü Richard Beeston, Ortadoğu'da İslamcı refleksin yükselmesinde Bush yönetiminin izlediği politikanın büyük payı olduğunu söylüyor. Hem de Batı bu ülkelerde laik, ılımlı ve Batı yanlısı siyasi hareketlerin gelişmesine destek vermeye çalışmasına rağmen. Halktan kopuk yönetimlerin tasfiyesinde sağlıklı işleyen demokrasiden daha etkili bir yöntemin olmadığı ortadadır. Halk nezdinde meşruiyeti sorunlu yönetimleri ayakta tutan otoriter uygulamalar ve dış destekler olduğu açık değil midir?
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |