T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 31 OCAK 2006 SALI
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Yusuf KAPLAN

İstikbal Hicret'e bağlı, İstiklâl Hicret'te gizlidir

Müslümanların, içerden ve dışardan çepeçevre kuşatıldıkları, İslâm'la ve dünyayla ilişkilerinin sakatlandığı; zor/lu, "dondurucu", "ölümcül" bir kış mevsimi yaşadıkları; kapkaranlık, zifiri bir geceye mahkûm olarak pergellerini şaşırdıkları bir zaman diliminde, yeni bir bahar mevsiminin tohumlarını ekmelerini, ağaçlarını yeşertmelerini, meyvelerini devşirmelerini mümkün kılabilecek bir hicret tasavvuruna her zamankinden daha fazla ihtiyaç hissettikleri artık gün gibi ortada.

Yeni bir hicret tasavvuru icat edebilirsek, yeni bir medeniyet tasavvurunun nasıl geliştirilebileceğinin ipuçlarını da yakalayabiliriz. Bunun yolu, Hz. Peygamber'in kişisel tarihini çok iyi kavramaktan geçiyor.

Hz. Peygamber'in kişisel tarihini bir bütün olarak anlamadan, Kur'ân'ı da, İslâm'ı da, dünyayı da, dünyanın sorunlarını da anlayamaz, kavrayamaz ve anlamlandıramayız; dolayısıyla İslâm'ın insanlığa nasıl bir hayat ve dünya tasavvuru sunduğunu; bu tasavvuru nasıl hayata geçirdiğini, bu tasavvura hangi hâl ve şartlarda, hangi zor/lu zamanlarda nasıl hayatiyet kazandırdığını da göremez ve kavrayamayız.

Hz. Peygamber'in kişisel tarihini, vahiy öncesi ve vahiyle birlikte başlayan süreç olmak üzere iki ana döneme ayırarak inceleyebiliriz.

Hicret, Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin ve dolayısıyla vahyin hayata aktarılış pratiğinin dönüm noktalarından biridir. Ancak Hz. Peygamberin kişisel tarihinde "bedenleşen" ve Müslümanların yeni bir medeniyet tasavvuru icat etmelerini mümkün kılan uzun bir yolculuk olan hicretin üç sacayağının varolduğundan sözedebiliriz:

Birincisi, Hz. Peygamber'in dünyaya "hicret"i (=Hz. Peygamber'in doğuşu / çağın ruhunu ve sorunlarını kavrama süreci). İkincisi, vahiyle birlikte İnsanlığın İslâm'a hicreti (=İslâm'ın doğuşu / dâhilî temas süreci). Üçüncüsü de, Müslümanların Mekke'den Medîne'ye hicret etmeleriyle birlikte bir medîne (kendi "şehir"lerini / insan ve toplum tipini ve dünya tasavvurunu) inşâ etmeleri ve müslüman medeniyetinin hangi temeller üzerine inşâ edilebileceğinin ipuçlarını vermeleri (=İslâm medeniyetinin doğuşunu mümkün kılan temel tasavvurun icadı /hâricî temas süreci).

İslâm'ın nasıl bir "dünya" vadettiğinin kavranabilmesi için Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin sadece vahiy-sonrası dönemine bakmak yeterli değildir. Vahyin şirkten hangi bakımlardan esaslı farklılıklar arz ettiğinin görülebilmesi, dolayısıyla şirkin zaaflarının ve ürettiği zafiyetlerin, zulmetlerin ortadan kaldırılabilmesi ve vahyin imkânlarının hem hayata geçirilebilmesi, hem de bu imkânların alanlarının genişletilebilmesi ve çoğaltılabilmesi için Hz. Peygamber'in kişisel tarihinin vahiy öncesi döneminin de kavranması zorunludur.

Bu, müslümanların pergellerini şaşırıp şaşırmadıklarını, vahiyle şirki birbirine karıştırıp karıştırmadıklarını, hatta şirki vahyin yerine ikâme etme yanlışı içine düşüp düşmediklerini test edebilmeleri, fark edebilmeleri, kısacası istikballerini vahy üzere kurabilmeleri açısından da son derece önemlidir.

Hicret, Müslümanların içinde yaşadıkları toplumla temasa geçtikleri anda karşılaştıkları zorlukları, kuşatmayı, yok etme taarruzlarını göğüsleyebilmek için giriştikleri bir varoluş, direniş ve kendi kaderlerini ve geleceklerini kendi ellerine alma mücadelesinin nasıl verileceğinin ve nasıl hayata geçirileceğinin formülünü, usûlünü veren bir silkiniş eyleminin ve sürecinin adıdır: Medîne inşâ edilmelidir ki, o medine pratiğinden bir medeniyet tasavvuru çıkarabilmek mümkün olabilsin.

Hicret, varolmak, varolabilme iradesine sahip olabilmek demektir. Hicret, varlığını her dâim hissettirebilmek, dolayısıyla müslümanların müslümanca varolma kaygılarını yok etmeye kalkışanlara karşı muhkem ve sarsılmaz bir direniş, bir silkiniş, bir diriliş ruhu geliştirebilmek, bu ruhu her dâim canlı ve diri tutabilmek demektir.

İstikbal her ân hicrete doğru olduğu zaman İstiklâl sağlanabilir ve korunma altına alınabilir ancak: O halde, İstikbal hicrete bağlı, İstiklâl hicret'te gizlidir, diyorum.

Not: Üç yıl önce yazdığım bu yazıyı, kısaltarak "önemine binaen" yeniden yayımlıyorum-YK.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi