T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 6 ŞUBAT 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Kürşat BUMİN

Türkiye'de bir 'ilk' daha gerçekleşiyor

Ben de kendimi "kitap dünyası"na az da olsa yakın birisi sanırdım... Geçenlerde üniversitede açılan küçük çapta bir "kitap fuarı"nda şimdiden 9. sayısını idrak etmiş olan "Psikanaliz yazıları" adlı dergiyi görünce içimden "Sen öyle san!" demeden edemedim.

Derginin ilk sayısı 2000 sonbaharında "Yüzyıl sonra düş ve düşlerin yorumu" dosyasıyla yayımlanmış. Talat Parman'ın yayın yönetmenliğinde. Dergiyi yayına hazırlayanlar da şunlar: Ayça Gürdal, Tevfika İkiz-Tunaboylu, Raşit Tükel. Derginin diğer dosyaların adlarından da birkaçını aktarayım: "Yalnızlık", Erkeksilik","Çocuk ve Psikanaliz", "Fobiler"...

Derginin ilk sayısında yer alan (Parman imzalı) "Sunuş" şu cümlelerle başlıyor: "Psikanaliz bireyi yorumlamak demektir. Bu açıdan bakıldığında insanın öznelliğine psikiyatriden ve psikolajiden daha fazla önem verdiği açıktır. Psikanaliz bireyden yola çıkarak bireye varır. Bir iç yolculuktur bu."

Dergi sayıları elime geçince şaşırdım ve sevindim aynı zamanda. Şaşırdım, çünkü ülkede bugüne kadar psikanalizle iştigal edenler eksik olmasa da, bu düşüncenin sürekli bir yayına doğrudan konu olması şaşırılmayacak bir gelişme değildi doğrusu. Sevindim ve kendi kendime "Türkiye de nihayet -çok gecikmiş de olsa- bu bakımdan da 'medeni ülkeler' arasında yerini almış bulunuyor" dedim.

Dergilerle birlikte yine aynı çevrenin yayınladığı birkaç kitap da elime ulaştı. Bu kitapları da benzer duygularla karşıladım. Mesela Halûk Sunat'ın Tanpınar'ın eserlerini "Psikanalitik Duyarlıklı Bir Bakış" ile ele alan "Boşluğa Açılan Kapı" adlı kitabı; mesela (aynı yazarın) bu kez Adalet Ağaoğlu'nun "Roman Dünyası"na eğilen kitabı.

Ne güzel! Demek artık Türkiye'de de Türkçe olarak son yüzyıla damgasını vurmuş bir düşünce-pratik ayağa kalkmış, okurlara bambaşka bir ufuk açmak için yola koyulmuştu.

Bitmedi dahası var: Önümdeki dergi ve kitapları karıştırdıkça bir başka gelişmeden de hiç mi hiç haberim olmadığını anladım. Meğerse, psikanalizin memleketimizi teşrifi sadece bu yayınlardan ibaret değilmiş; artık Türkiye'de de Freud'un düşüncesini esas alan bir "Ekol" ya da tevazuyu elden bırakmadan söyleyecek olursak bir "Şapel" bile kurulmuş.

Görüyorsunuz; yazıma "Türkiye'de bir 'ilk' daha gerçekleşiyor" başlığını atmam işte bu yüzden.

Freud ya da psikanaliz öyledir ya da böyledir bu ayrı bir konu. Fakat bu konuda çok yaygın olan bir tezi burada hatırlatmamız gerekir sanıyorum: Diyorlar ki, ülkeler sınıflandırılırken "psikanalizin" varlığı ve yokluğu da çok önemli bir kriterdir. Konuyu inceleyen yazarlara göre, faşizm, komünizm gibi totaliter rejimlerin hüküm sürdüğü ülkelerde bu "Okullara" hiç rastlanmamaktadır. Buna örnek olarak da en başka eskinin Sovyetler Birliği ve eskinin (Franko'nun) İspanyasını gösteriyorlar. Ayrıca ekliyorlar: Ne zaman ki bu sistemler çöktü, psikanaliz nihayet bu ülkelerde de ilgi alanına girdi. Sovyetler Birliği'nde (kurucunun eserlerinin çevrildiği ilk ülkelerden birisi eskinin Rusyası olmasına rağmen) Stalin döneminde "bilinçdışı" sözcüğünün dilden kovulduğunu hatırlatıyorlar. Bu yorumlar yanlış olmasa gerek. Çünkü gerçekten de, analiz eğer "hür söz"ü gerektiriyorsa, ifade özgürlüğünün olmadığı yerde bu düşünce ve pratiği aramanın bir anlamı yoktur. Tamamen hür olarak "konuşmak" analist-analizan arasındaki ilişkinin olmazsa olmazı ise, totaliter-otoriter rejimlerin bu düşünce-pratiğe kapalı olmasından tabii ne olabilir? Evet, sonuç olarak hiçbir bilim-disiplinde olmayan bir biçimde "kendinden" (ve de tamamen hür olarak) konuşmak. Psikanalizin bir ülkede makbul sayıyıp sayılmadığının ölçülerinden birisi de tabii ki özgürlüklerin o ülkede içinde bulunduğu şartlardır.

Neyse, demek ki bu eşiği de aştık... Hiç değilse bu öğretiyi Çin'den önce ithal etmeyi becerdik.

Sanmayın ki "mal beyanı" meselesini küçümsüyorum! Hiç de değil. Ama ülkenin "bireyin hikayesini" bambaşka bir açıdan ciddiye alan bir öğreti ile nihayet daha ciddi biçimde tanışıyor olmasını da hafife almamak gerekir.


Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi