T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 18 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Dücane CÜNDİOĞLU

Sonradan-görmelerin sonrası

"Özgürlük' sözcüğünü her duyuşumuzda etkileneceğimiz muhakkak... Bu yüzdendir ki özgürlüğün bir tek lâfını etmekle, sırf adını zikretmekle dahi muhatablarımızı etkileyeceğimizi bilir; tahrik edici/sarsıcı/büyüleyici bir konuya el atmış olduğumuzdan aslâ, ama aslâ kuşkulanmayız. Muhatablarımızı etkilemek için gerçekte özgürlüğün ne olduğunu bilmemize, bu kavramın içini doldurmamıza filân gerek yoktur; sadece sözcüğün kendisini telâffuz etmemiz yeterlidir. Sözkonusu olan, herhangibir şey değil, özgürlüktür çünkü!

Çağdaşlarımızı böylesi bir kolaycılığa sürükleyen, 'özgürlük' kavramının, hatta sözcüğünün Batılı tarihidir; zira Batı'nın tarihi, Batılı'nın tarihi olmasaydı, sınıf ayrımcılığının inlettiği yoksul kitlelerin hava gibi, su gibi ihtiyaç duydukları o özgürlükler (!) üzerine bu denli yazılıp çizilmeyecek; siyasal, sosyal, hukukî ve iktisadî hakları, 'özgürlük(ler)' başlığı altında toplamak pek mümkün olmayacaktı.

Ne yaman çelişki değil mi, bir çırpıda 'özgürlük(ler)' sözcüğünün yerine kolayca 'hak(lar)' sözcüğünü ikame edebiliyoruz?!

Niçin?

Güneşin battığı toprakların tarihinde, tarih, bir bakıma "haklar mücadelesi"nden ibaret olduğu için... Batı'da siyasal/sosyal/hukukî/iktisadî 'özgürlükler' ile 'haklar' arasında hiçbir fark bulunmadığı için... Batılı, mülkiyet edinmeye ve mülkiyeti korumaya ilişkin hakları 'özgürlük' zannettiği için... Bu tarih, "Benim var, ama onun olmasın!" diyenlere (=aristokrasi) karşı, "Onun var, ama benim de olsun!" diyenlerin (=burjuvazi) öncülüğünde "Benim yok, o halde onun da olmasın!" demek zorunda kalanların (=halk) savaşından ibaret olduğu için...

Oysa bizim geleneğimizde, 'özgürlük' (hürriyet), çok üst düzeyde tasavvufî/felsefî bir terimdi; hak ve hukuk'un sağladığı imtiyazlardan yararlanmak değil, bilâkis alabildiğine vazgeçmekti gerçek özgürlük! Bu özgürlük, "Onun var, benim olmasa da olur" veya "Madem onun yok, o halde benim de olmasın!" demeyi erdem sayanlara özgü bir tavrın mahsulüydü. Özgürlük, maldan-mülkten özgürleşecek denli kemâle ermek idi.

Bizde, ilim-irfan ustalarımız tarafından öğretilegelen şöyle bir deyiş vardır:

- "Şeriat'ta: bu senin, bu benim.
- Tarikat'ta: "hem senin, hem benim.
- Hakikat'te: "ne senin, ne benim."

Yani avâm arasında (genel hukukta) kişisel mal-mülk hakkı teslim edilmekte, herkesin liyakatı ölçüsünce hakkını alacağı, alması gerektiği söylenmekte; buna mukabil havass/dervişler-kardeşler arasında (özel hukukta) mülkiyetin ortaklaşa kullanıldığı/kullanılması gerektiği tenbihlenirken, ehass-ı havass (kemâle ermişler) arasındaysa mülkiyetin sözünün bile edilemeyeceği ihtar olunmaktadır.

Bu ayrım, her üç mertebenin de maksadına uygundu; zira şeriat (genel/dinî hukuk) halk arasında adalet'in gerçekleşmesini hedeflerken; tarikat (özel hukuk) dervişler-kardeşler arasında muhabbet'i tesis etmeye çalışırdı. (Muhabbetin olduğu yerde adalet'e gerek kalmadığı, sanırım, biraz düşünülürse anlaşılır.)

Hâl bu ki hakikat mertebesinin ehli, uşşak (=âşıklar); maksad ve maksudu ise aşk idi. Nitekim âşık, bir zamanlar, aşkı uğruna mülkiyetin her türlüsünden vazgeçen; değil "Bu benim", 'benim' bile demeyi nefsi için ayıp sayan kişiydi. İşte bu yüzden de toplum içinde âşık nadir değil, ender idi.

Bugün 'özgürlük' ve 'aşk' sözcüklerinin ikisini de Batılı anlamıyla kullanıyoruz; nasıl ki artık 'adalet' ile 'eşitlik' arasındaki keskin farkı hatırlamıyorsak, 'özgürlük' ile 'aşk'ın bize ait anlamlarını da unutmuş durumdayız.

"Ne benim, ne senin!" diyenlerin -neredeyse- hiç bulunmadığı bir toplumda, "hem senin, hem benim!" iddiasıyla kendi aralarında grup mülkiyetini güçlendirmeye çalışanların en sonunda "Çoğu benim, birazı da senin!" demelerini tuhaf karşılamamalı! Yasa bu! Bakınız Balzac ne güzel söylemiş:

- "Sonradan görmeler maymun gibidir, maymunların becerikliliği vardır onlarda: Yukarılara çıktıkları görülür, tırmanışlarındaki çevikliğe hayran kalınır; gelgelelim tepeye çıktılar mı sadece utanılacak yerleri görülür." (Vadideki Zambak)

Bil ki ey tâlib, bugün, "hem benim, hem senin" demek bile adamlık değil! Sen, eğer tâlib olacaksan, asıl, "ne senin, ne benim" demeye tâlib ol! Çünkü kemâlin gereği budur!

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi