T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 18 ŞUBAT 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Nar-ı Beyza
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv
Yasin AKTAY

Kamusal alan devletin mahrem alanı mı?

Bu soruyu tezkire dergisinde kamusal alanla ilgili özel dosyada, sosyolog Mustafa Aydın sormuştu. Doğrusu, kamusal alanın bugünlerde kazandığı şekle bakıldığında gittikçe anlamlı hale gelen bir soru bu.

Kamusal alanla ilgili tartışmalar dolayısıyla kavram hakkında bilmediğimiz bir şey kalmamış olsa gerek. Buna rağmen, kavramın yanlış uygulamaları konusunda hiçbir şey değişmiyor. Hiç bir şey bilmeden onu kullananlar her şeyi öğrendikten sonra da kavramı aynı şekilde kullanmaya devam ediyorlar. Demek ki tartışma hangi düzeylerde cereyan ederse etsin, insanlar yine kendi bildiklerini okuyor, kendi okuduklarından başkasına da kulak vermiyorlar.

Kavram, entelektüel-felsefi bir kavram ve bu düzeyde devlet ve toplum ilişkilerinin nasıl kurulacağına dair tartışmalarda kendisine başvuruldukça daha da karmaşıklaşıyor. O yüzden bu kavramdan hukuki bir netlik çıkarmak neredeyse imkansızdır. Kavram tartışıldıkça konu daha da muğlaklaşıyor çünkü. Bu düzeyde muğlaklaşmış bir kavramdan hukuki sonuçlar çıkarmak ancak keyfi bir otoriter alanın tesisine niyetlenenlerin işine yarıyor. Nitekim fiili durumda da böyle oluyor. Kavram bir lastik gibi istenilen zamanda istenilen şekle sokulabiliyor. Ama dikkat edin, isteyen herkes değil ancak güç kullanma yetkisine ve keyfi bir otorite anlayışına sahip olanlar onun tanımını belirliyor. Daha tehlikelisi, bu tür muğlak kavramlar etrafında dolaşmak otoritede keyfiliği siyasi hayatımızın bir iktidar imkanı ve aracı olarak tam bir alışkanlık haline getiriyor. Keyfi tanım, ortak aklın, sağduyunun kararıyla taban tabana zıt olabilen en saçma tanım olsa bile güç sayesinde geçerli olabiliyor.

Yine de kamusal alan üzerinde siyaset felsefesi veya siyaset sosyolojisi düzeyinde durmanın işlevsel bir yanı yok değil. Örneğin, tartışma, devletin muhtemel otoriterliğine karşı sivil alanın genişletilmesi veya bireyin özgürleştirilmesinin imkanlarını işaret etmiştir hep. Kavramın tarihi bu arayışın tarihi olmuştur. Kavram halkın özgürlüklerini kısmanın değil, artırmanın arayışını ifade etmiştir..

Kamusal alan geçen gün Mümtaz'er Türköne'nin Zaman Gazetesi'nde çok net bir biçimde yazdığı gibi, her şeyden önce devletin değil, halkın alanıdır. Esasen devletin de halkı yani kamuyu temsil etmekten başka bir işlevi yoktur. Devlet kendisine halkın dışında ve halkın üstünde özel bir alan icat ediyorsa bu onun kamusal alanı iyice kendine özel bir hale getirmesini ifade ediyor. Devlet kamusuna yabancılaştıkça, kamusal alanı halkın özgürlüğünü ifade etmesinin bir alanı olarak görmekten uzaklaşmakta, halkın özgürlüklerini kısıtlamanın bir yolu olarak görmeye yaklaşmaktadır. Devlet adına güç kullananlar vatandaşa devletin mahrem alanındaki birer "kapatma" gözüyle bakmakta ve onun kılık-kıyafetinden her türlü davranışına kadar müdahale hakkını kendilerinde görmektedirler. Açıkçası bu çok ilkel bir "kamusal" anlayışıdır ve bugün kamusal alanın bu tanımlarıyla hepimizin maruz kaldığı muamele budur. Hepimiz kendi bedenlerimizle sınırları belirsiz bir erkek devletin "kapatmaları" gibi görülüyoruz.

Bunun sonuçlarının bugün sadece kadınları ilgilendiriyor olduğuna bakmayın. Bu, başörtüsü gibi bir alternatif davranış kalıbına akılları kaymış olan kadınlardan dolayı açığa çıkan bir durum. Dinin bu konuda (başörtüsü gibi) zorlayıcı bir söylemi olmasa bu çelişki de bu kadar açık görünmeyebilirdi. Bu yüzden başörtüsü erkek-kadın ayırt etmeyen magandalığı deşifre eden bir imkan oluşturmaktadır. Siyasi sembol olarak algılanmasının bir sebebi de bu olsa gerek.

Başbakan Erdoğan'ın, "bu gidişle evlerimizin içine karışacaklar" dediği kadar ciddi bir durum sözkonusudur. Ama evlerimizin içinde ne diyecekleri yine de merak konusu. Çünkü Müslüman kadınlar evde zaten başörtüsü takmazlar ki. Bu durumda başörtüsü yasağının evlere taşınması mümkün değil. Ama durun, hemen sevinmeyin. Bu maço-devlet anlayışının evin içinde kendi kapatmalarının peşini bırakacağını zannetmeyin. O ne yapıp edip evin içinde de hükmünü sürdürmenin bir yolunu bulur. Çünkü ataerkil kontrol her yerde olmayı gerektirir.


Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Dizi | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi