|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| D Ü Ş Ü N C E G Ü N D E M İ | 22 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
Tabiî ki, nükleer silahsızlanma aciliyet kesbeden bir hedeftir; ancak sadece dünyanın belli bir bölgesindeki ülkeler için değil, dünyadaki bütün ülkeler için geçerli olması gereken bir hedef olmalıdır bu.
NÜKLEER İRAN NEDEN TEHLİKELİ OLSUN Kİ?
Ancak hakkında çok şey söylenecek olan pek çok şey var. Örneğin, yüksek yerlerdeki bazı insanlar, İran'ın nükleer silahlara sahip olmasını engellemek için ciddî ciddî askerî savaş planları yapıyorlar. O hâlde, burada durup, "bu mesele, neden bu kadar önemli?" ve "kim için önemli?" sorularını sormamız gerekiyor. Her şeyden önce şu: Eğer İran, yarın nükleer silahlara sahip olacaksa, biz bunu neden bir felâket olarak görmeliyiz ki? Çünkü bugün, hâlihazırda nükleer silahlara sahip olduğu bilinen dokuz ülke var: ABD, İngiltere, Rusya, Fransa, İsrail, Çin, Hindistan, Pakistan ve Kuzey Kore. Eğer İran, onuncu ülke olursa, bu neyi değiştirir ki? İran tarafından kim tehdit edilecek ki? İranlılar hangi ülkeyi bombalayabilecekler ki? Şu ân, İran'ın herhangi bir ülkeye askerî bir saldırıda bulunacağını ya da bulunmaya niyetli olduğunu gösteren herhangi bir gösterge mevcut değil. Elbette ki, İran'ın yeni Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad, İsrail hakkında oldukça hasmâne beyanatlarda bulundu. Ancak İran'ın İsrail'i bombalamaya niyet ettiğini ya da böyle bir askerî kapasiteye sahip olduğunu düşünen birileri var mı gerçekten? Unutmayalım ki, retorik [boş laf-YK] ile niyetler, farklı şeylerdir.
İRAN, KAYGILANMAKTA HAKLI
Öte yandan, İran, bombayı kullanma niyetinde değilse, o hâlde, neden bu bombaya sahip olmak istiyor olabilir ki? Bunun belli başlı birkaç nedeni var. Bombaya sahip olan dokuz ülkeden yalnızca biri, bu bombayı İran'a karşı kullanabilecek tesislere sahip. İran hükümetinin bu konuda kaygıya kapılmamasını beklemek oldukça naif bir şey olurdu. Dahası, İranlılar, ABD'nin son beş yıldır uyguladığı dış politikaya bakınca Amerikalıların Kuzey Kore'yi değil de Irak'ı işgal etmeleri ve Kuzey Kore ile Irak arasındaki en büyük farklılıklardan birinin Irak'ın nükleer silahlara sahip olması, oysa Kuzey Kore'nin nükleer silahlara sahip olmaması gerçeğini görünce kaygılanmakta son derece haklılar. İkinci belirgin nedense, İran milliyetçiliğidir. İranlıların nükleer bir güç olma düşlerinin şimdiki Cumhurbaşkanlarıyla birlikte başlamadığını görmek zorundayız. Bu, İran devrimi öncesine, İran Şahı günlerine kadar giden eski bir hikâyedir.
NÜKLEER CAYDIRICILIK: KARŞILIKLI İMHA KORKUSU
Elbette ki, bugün İran ölçeğindeki bir "orta büyüklükte"ki bir güç, nükleer kulübe üye olduğu zaman jeo-politik gücünü gözle görülür bir şekilde artırmış olacaktır. Tıpkı tüm diğer devletler gibi, İran'ın da millî çıkarları vardır ve İran, açıkça görüldüğü gibi, bölgede merkezî bir rol oynamayı arzuluyor. Peki, bu, bizatihi dünya veya bölge barışına zararlı bir şey midir? Sovyetler Birliği, 1949'da ilk nükleer denemesini gerçekleştirdiği zaman, Batı dünyası, sesini bir hayli yükseltmişti. Geriye dönüp bakıldığında, 1949'dan Sovyetler Birliği'nin 1991 yılında dağılmasına kadar yaşanan süreçte [Soğuk Savaş sürecinde-YK] ABD-Sovyet savaşının yaşanmamasına yol açan tek faktör, iki ülkenin de nükleer silahlara sahip olmasıydı. Berlin blokajından sözde Küba füze krizine ve Afganistan'daki savaşa kadar yaşanan onca büyük gerilimlere rağmen, iki süpergücün de nükleer silahları kullanmamasını garanti eden şey, karşılıklı imha korkusuydu. Yine Hindistan ile Pakistan'ın nükleer silahlara sahip olması da, iki ülke arasında yaşanan Keşmir sorunu konusunda daha dikkatli ve ihtiyatlı hareket etmelerini mümkün kılmıştır.
DÜNYADA YETERİ KADAR ÇILGIN VAR ZATEN
Ortadoğu'daki terör dengesi, neden aynı şekilde iyi işlemesin ki? İran'ın nükleer silahlara sahip olması, Ortadoğu'da gerilimi tırmandırmak yerine istikrarı sağlayabilecek bir unsur olmasın ki? Bu soruya verilen tek cevap, İran hükümetinin, bombayı kullanmaktan çekinmeyecek kadar rasyonel olmadığı iddiasıdır. Ancak bu, açıkça saçma bir iddiadır; hatta dahası ırkçı bir saçmalıktır bu. Zira mevcut İran rejimi, en az Bush rejimi kadar siyasî bir gelişmişliğe sahiptir ve en fazla Bush rejimi kadar askerî itkilerle hareket edebilecek bir rejimdir. O hâlde, bu kadar gürültü patırtı niçin, öyleyse? Aslında bunu Henry Kissenger yaklaşık bir yıl önce açıklamış, Thomas Friedman da The New York Times'daki sütununda tekrarlamıştı: İran nükleer silahlara sahip olduğu andan itibaren ok yaydan çıkmış olacak ve 10-15 ülke de nükleer silahlara sahip olabilmek için kuyruğa girmeye başlayacak. Belli başlı bazı aday ülkeler şunlar: Güney Kore, Japonya, Tayvan, Endonezya, Mısır, Irak (evet Irak), Güney Afrika, Brezilya, Arjantin ve pek çok yeni Avrupa ülkesi. 2015 yılında 25 ülke daha nükleer silahlara sahip olacak. İyi de, bu, hakikaten tehlikeli bir şey mi? Basılacak düğmelere ulaşabilecek çılgın kişilerin ve grupların her zaman çıkabileceği gerçeği göz önünde bulundurulacak olursa, elbette ki, tehlikeli bir şeydir bu. Ancak unutmayalım ki, nükleer silahlara sahip mevcut 9 ülkede yeteri kadar çılgın kişi ve grup var zaten ve ben şahsen önümüzdeki 15 yıl zarfında bu kişilerin sayısının artacağına inanmıyorum.
ABD, GÜCÜNÜN ZAYIFLAMASINDAN KORKUYOR Tabiî ki, nükleer silahsızlanma aciliyet kesbeden bir hedeftir; ancak sadece dünyanın belli bir bölgesindeki ülkeler için değil, dünyadaki bütün ülkeler için geçerli olması gereken bir hedef olmalıdır bu. ABD'nin, İran'ın potansiyel olarak nükleer bir güç olmasından kaygılanmasının nedeni, nükleer silahların, sözde orta ölçekli ülkelere de yayılmasının ABD'nin askerî gücünü açıkça azaltacağı gerçeğidir. Bunun, hiç de, dünya barışını tehdit eden bir durum olduğu sonuncuna varılamaz. O hâlde, İran'ın ABD tarafından işgal edilecek olmasına ya da İsrail'in saldırısına maruz kalma ihtimaline üzülmeli miyiz? Bence değil; çünkü ABD, bu tür bir saldırıyı gerçekleştirebilecek bir askerî güce sahip değildir; çünkü böyle bir işgal saldırısını mevcut Irak rejimi desteklemeyecektir; çünkü İsrail, böylesi bir şeyi aslâ tek başına yapamayacaktır. O hâlde, bir hiç için bu kadar çokça boş lâf etmenin, olmayacak duaya âmin demenin hiçbir anlamı yoktur. *Immanuel Wallerstein, Amerikalı tarihçi ve düşünür.
|
![]()
| ||||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Kültür |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |