T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 22 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Bugünkü Yeni Şafak
 
  657'liler Ailesi
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Hüseyin HATEMİ

Hukuk devleti ve lâiklik ilkesi

Bugün "Hukuk Devleti" terimi ile karşıladığımız kavrama Fârâbî "Medîne-i Fâzıla" diyordu. "Medîne", "Civitas" ve "Polis"in karşılığı idi. "Devlet" diye çevirebiliriz. Nitekim bugün de İbrânî dilinde Devlet karşılığı olarak kullanılır.

Süleyman Devleti Roma Civitas'ından önce idi. Roma Devleti ve daha sonra Yunan Devletleri; Akdeniz bölgesinde; Kudüs ve Mısır yöresinde tebliğ edilen ilahî Vahiy öğretisinden yararlandılar. Ne var ki uygulama Süleyman Devleti örneğinden gitgide sapıyor, sapma açısı büyüyordu.

Bâbil Esareti'nden kurtulduktan sonra da musibetten ders alamayan Musevîler, bir süre sonra Roma'ya bağımlı oldular. Sevgi ahlâkı yerine ahlâksızlık ve zulüm hüküm sürmeye başladı. İsa nimetinin kadrini de bilmeyince, İsa'yı bertaraf etmesi için başvurdukları Roma Devleti, Süleyman Mabedi'ni yıktı ve Yahudileri Kudüs'den sürdü.

Hristiyanlar Roma Devleti'nin zulmünden korunmak için "Kayser'in hakkı - Allah'ın hakkı" ayırımına sığınmak istediler. Hristiyanlık resmen kabul edilinceye ve 330'da İstanbul "Yeni Roma" adı ile Hristiyan Roma'nın merkezi oluncaya kadar zulüm gördüler ve şehit verdiler. Bir süre sonra (395) Batı Roma "Bizans"dan ayrılıp, 476'da da Batı Roma ortadan kalkınca, Roma Kilisesi Batı'da "üstün otorite" olmanın tadına vardı. Batı imparatorluğu kurulduktan ve Bizans da 1453'de ortadan kalktıktan sonra, bir yandan Katolik Batı Kilisesi'nin, gücünü kötüye kullanmasının doğurduğu tepkiler, bir yandan Kilise'nin İktisat alanında da uygulatmak istediği ahlâkî sınırlardan kurtulma isteği dînî makam ve güce karşı muhalefeti güçlendirdi ve 1789 Fransız Devrimi ile "Laiklik" terimi ortaya çıktı. Bu terim kullanılırken iki anlamdan biri veya her ikisi kasdediliyordu: Katı Lâiklik anlayışına göre sadece şekil ve örgütlenme biçimi açısından Kilise ve Devlet tüzelkişiliğinin ayrılığı yeterli değildir. Devlet'in Kilise ile işbirliği yapması ve dinin de Hukuk ve Ahlâk alanında davranış kurallarının kaynağı olarak kabul edilmesi de lâikliğe aykırıdır.

Laiklik ilkesi diğer Batı ülkelerinde bu derece sert olarak alınmadı ve uygulanmadı. Sadece Kilise'nin taşınmaz malvarlığı büyük ölçüde devletleştirilmekle yetinildi. Fransa'da da yüzyıl kadar sonra katı lâiklik anlayışı değişmişti. Buna rağmen, bugün de meselâ Alman Anayasası'nda "lâiklik" terimi yoktur. Sadece tanım olarak, Devlet'in resmî bir kilisesi olmadığı belirtilir. Ne var ki Devlet Katolik ve Protestan Kiliseleri ile "dînî kamu hizmetleri" alanında uyumlu bir işbirliği içindedir. Dînî kamu hizmetlerinden yararlanmak isteyenlerin vergisini Devlet toplar ve Kiliseler'e aktarır. Din dersi alanında da Devlet kiliseler ile işbirliği yapar. Vicdan özgürlüğünü de lâiklik ilkesinden bağımsız olarak tanır. Nitekim İslâm'da da "lâ ikrâhe fîd-dîn" (Din'de zor yoktur) ilkesinin varoluşu gibi.

Fransız Lâikliği'nin katılığının sebebi; Fransa ile Katolik Kilisesi arasındaki sıkı ilişki, Templierler, Protestanlar, İngiltere Devleti ve daha sonra Mason Örgütü'nün Katolik Kilisesi Müttefiki saydığı Fransız Monarşisi'ne karşı kin birikimidir.

Fransızlar, Hukuk Devleti ülküsü ile bağdaşmayan giyotinli lâiklik anlayışlarını çabuk terkettiler. Bizdeki "daha da sertleştirme" tezâhürlerinin temelinde ne var acabâ? Tarihî bir kin birikimi mi? Pek muhtemel değil! Devam eden, güncelliğini koruyan bir hesap var sanırım.

Tanzimat Devri'nde Şinasî Merhum sakalını kesince "kamu görevi"nden çıkarılmıştı. Acabâ Şinasi sakalını kesmekle "erkekliğinden utandığı"nı mı göstermişti? Suçu bu muydu? Şimdi başını örten bir kadının "kadınlığından utanma" cürmünü işlediği söylenmiyor mu? Şu halde Türk Lâikliğinin modern veya postmodern tanımı: "erkek erkekliğinden utanmakla, kadın kadınlığından utanmamakla yükümlüdür" ilkesi ile mi yapılmalı? Bu da cins ayırımcılığı olmaz mı? Aklımız fikrimiz Allah'a emanet! Eyvah! Yine Lâiklik ilkesini mi ihlâl ettim?

Kardeşler, artık sağduyunun rehberliğinde "Hukuk Devleti'nin şeklî güvencesi olan, bu alanda gerekli ilke"yi bulmak zorundayız. Bulduktan sonra, bu ilkeye ister lâiklik ilkesi diyelim, ister Hukuk Devleti'nin şeklî güvencesi ve onsuz olmaz güvencesi diyelim, önemi yoktur. O ilke de şudur: Devletimiz, insan hakları ve Hukuk Devleti'nin evrensel ve temel ilkelerinde hiçbir dînî veya felsefî görüşe ödün vermeyen demokratik ve sosyal Hukuk Devleti'dir!

Unutmayalım ki, Lâiklik ilkesi; demokratik ve sosyal Hukuk Devleti'nin güvencesi olmaktan çıkarsa, antidemokratik ve antisosyal bir zulüm Devleti'nin güvencesine dönüşür.

Geri dön   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi