|
T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
| Y A Z A R L A R | 22 ŞUBAT 2006 ÇARŞAMBA | ||
|
|
Türkiye'de devlet, devletçi zihniyeti ile kendini var eden zümrelere daima bir ayrıcalık tanıdı. Bu ayrıcalık millete ve memlekete "hizmet" götürmenin karşılığı sayılabilir. Kadroların az, memleket sevgisinin çok olduğu yıllarda bu uygulama kısmen de olsa hoş görülmüştür. Bir yöreye demiryolu ulaştığında, bu çaba elbette ki sevinçle karşılanıyordu. Ardısıra demiryolu çalışanlarının barınması için "Demiryolu lojmanları" yapılıyordu. Uygulama ordu mensupları ile çeşitli memur kuruluşları için devam etti. Devletin fabrikaları için de aynı şey söz konusu olmuştu. Nerede bir fabrika kurulmuş ise orada fabrika lojmanları yapıldı. Devletle münasebetin getirdiği statü sosyal hayata olduğu gibi yansıyor; memurların alış-veriş ettiği yerler, çocuklarının okuduğu okullar, lokaller sivil halkın gıptayla baktığı mekânlar oluyordu. Zamanla memurluk gözden düştü, geliri azaldı. Devlet kuruluşunda mühendis olanlar, bu işi bırakıp devlet müteahhiti olma yoluna gittiler. İpin koptuğu zaman bu zamandır. Devlete hizmet devri kapanmış, bal tutan parmağını yalamaya başlamıştır. Devlet imkânlarının iktidar yandaşlarınca paylaşımı seksenlerden sonra giderek yaygınlaştı. Şimdi bakıyorum da herhangi bir gazetenin yedi-sekiz sayfası üst-orta sınıflara hitap eden güvenlikli-konforlu-şık siteler, evler, malikane reklamları ile doluyor. Çevresi duvarlarla çevrili, kapısında güvenlik elemanları bekleyen yerleşim alanları. Bunlar kimi kimden koruyor. Bu korku nedir? Aslında öne çıkarılan şey korku ve güvenlik ama, yok böyle bir şey. Bütün gasp, hırsızlık, kap-kaç olaylarına rağmen İstanbul yine de dünyanın en güvenli şehirlerinden biri. Şık mekânlar, şık dekorasyon ister. Dekorasyon dergileri de çoğalmaktadır. Aslında her şey sosyal statü meselesine bağlanıyor. Seksenlerden sonra Türkiye'de tarihinde olmayan bir şey vücut buldu. Bir nevi sınıf farkı. Tüketim ilişkileri, yaşam tarzı, gelir dağılımındaki uçurum bunu belirlemektedir. Sermaye bütün dünyada benzer şekilde bir farklılaşmayı körüklüyor. Sonuç: Biz ve onlar. Yani seçkinler ve karabudun. Bu davranışın "şehirden kaçma" ile de ilgisi az. Çünkü şehrin içinde de böylesi mekanlar inşa ediliyor. Öyleyse nedir? Şudur: Bazıları bu imaj, bu statü uğruna karşılaşmak, birarada olmak istemedikleri zümrelerle yollarını ayırıyor. Evlerini, alış-veriş mekânlarını, iş yerlerini, okullarını ayırıyor. Tabii inançlarını, geleneklerini, yaşam tarzlarını. Böylece birbirini anlamakta zorlanan iki kesim oluşuyor. Tuzu kuru olanlar yine devletten besleniyor. Özelleştirme kavgalarında bunu ayan-beyan görüyoruz. Dünyada da bu var. Paketlenmiş, satışa sunulmuş hayatlar. Bu son derece kısır ve önü kapalı bir ideolojidir. Zengin kuzey, bakalım hangi uyduruk sebeplerle (Msl: Medeniyetler çatışması vb.) fakir güneyi sömürmeye daha ne kadar devam edebilecek. Paris'te yükselen, alevlerden ders almak gerek. Zulüm hiçbir vakit payidar olmaz. "Korku üzerine bir şey bina edilemez. "Sevmek" işte çare bu. Ne demek "sevmek"? Kendinden bir şey vermek. Çok sevdiğin bir şeyi başkası ile paylaşabilmek. Güvenlik budur. Dünyaya ilan olunur.
|
![]()
| ||||||||||||||
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
| Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |