T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
Y A Z A R L A R 31 TEMMUZ 2006 PAZARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  İnsan Kaynakları
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

Ahmet KEKEÇ

Buraya kadarmış...

Hepsi iyi hoş da, ben buradan nasıl gideceğim? Dün yazı günüm değildi, gazeteye geldim, oturdum, şöyle esaslı bir "ayrılık yazısı" döktüreyim dedim. Saatler geçti, tek kelime yazamadım.

Buradan gideceğim belli olduktan sonra, kafamda mütemadiyen bu yazıyı gezdirip duruyorum.

Geçen hafta, bir-iki kez park ve bahçe gibi doğal ortamlara attım kendimi; eski yoksunluk günlerinde olduğu gibi, dosya kağıdı, tükenmez kalem ve yedeklenmiş sigara paketiyle oturdum masaya. Çayımı da söyledim. Zihnimde yıllardır Selim İleri'nin çiziktirdiği, çiziktirdiği ve tükettiği sözcükler... Hayır, böyle şeyler yazamam.

Zaten benim meslek kâbusum bayramlar, yılbaşları, özel durumlar, önemli gün ve haftalarla ilgili yazı "derleştirmek", yazı derleştirmek zorunda kalmaktır. Bu işleri hiç beceremedim.

Herşey doğal akışında olmalı ve zihnimizi yoran, bizi bir çerçeveye hapseden, birtakım mecburiyetlerin peşinden sürükleyen oldu-bittilere izin vermemeli. Alışkanlıklara kulak asmamalı. "Rutin" adı verilen can sıkıcı "şey"e (bu "şey"e uygun bir kelime bulamadım) kapılıp gitmemeli.

Bu yüzden, izinlerimi bile, hep, sessiz sedasız idrak ettim.

Hiçbir zaman bu köşede (teknik servisteki arkadaşların neden olduğu bir-iki küçük kaza hariç), "Arkadaşımız yıllık izninin bir bölümünü kullanacağından, yazılarına bir süre ara vermiştir" türünden bir açıklama okumadınız.

Bu veda meselesinin de sessiz-sedasız hallolmasını çok isterdim.

Fakat, bu, iki açıdan imkansızdı.

Birincisi, neredeyse "evim" diye benimsediğim ve bidayetinden beri buradaymışım gibi hissettiğim bir gazeteden ayrılıyordum ve bu can sıkıcı bir durumdu.

İkincisi, bu gazetede çalışan iyi insanların çoğunluğu özel hayatta da arkadaşlık yaptığım kişilerdi ve bu durumun bir şekilde kayıt altına alınması gerekiyordu.

Bu benim Yeni Şafak'ta yayımlanan son yazım.

Bu tür yazılarda "teşekkür faslı" genellikle uzun tutulur. Benim de teşekkür edeceğim insanlar var ve bunların sayısı epey bir yekûn oluşturuyor.

Fakat, bir yandan da, kısa kesmek zorunda olduğumu hissediyorum.

Hemen Albayrak kardeşlerden başlayarak, herkese, bütün arkadaşlarıma, bütün Yeni Şafak çalışanlarına ve okurlarına teşekkürlerimi sunuyorum. Mehmet Ocaktan ve Selahattin Sadıkoğlu dönemi dahil, bu çatı altında hiç incinmedim, hiç rahatsız olmadım, hiçbir müdahaleyle, hiçbir can sıkıcı durumla karşılaşmadım.

İncittiklerimden ve üzdüklerimden de haklarını helal etmelerini rica ediyorum.

Bir de özel teşekkürüm var. Bu teşekkür, Genel Yayın Yönetmenimiz Mustafa Karaalioğlu'na...

Karaalioğlu, evet, çok iyi bir yazar, parlak bir gazeteci, başarılı bir yönetmen falan filan da, bence daha çok "jestlerin" ve "inceliklerin" adamı. Bunları hiçbir zaman yüzüne karşı söyleyemedim. Bundan sonra da söyleyemem. O da herkes gibi buradan okuyacak.

Bu defteri kapatmadan önce, Kırca, Kongar, Özkök ve Livaneli gibi, bir "tür"e dahil ettiğim insanlara üzülecekleri bir haber:

Buradan gidiyorum ama benden kurtulmuyorsunuz!

Geri dön   Mesaj gönder   Yazdır   Yukarı


ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Aktüel | Spor | Yazarlar
Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi