YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Ya İran demokrasi ihraç ederse...

 
Gelişmeler devrimin üstün değeri üzerinde bir tercih değil, bir yorum farklılığını öngörüyor. Denmek isteniyor ki: İslam-toplum ilişkisinde "Kum yorumu"ndan başka yorum da söz konusu.

 

Artık "dünya hadisesi" diye bir şey yok. Her şey Türkiye'de cereyan ediyormuş gibi yaşanıyor. Avusturyalı Heider'le ilgili gelişmeleri, bir iç politika olayı gibi yaşadık. İran seçimlerini de öyle yaşıyoruz.

Eskiden, "İran'ın devrim ihraç etmesi"nden endişe ederdi Türkiye... Yakın zamanda acaba "İran'ın demokrasi ihraç etmesi"nden endişe eder hale gelir miyiz?

Adamlar, 21'inci yılına giren "İslam devrimi"ni gözden geçire geçire ilerliyor. Devrim içinde evrim yaşanıyor yani... "Derin devlet"ini sorguluyor, faili meçhul cinayetlerini sorguluyor, "özgürlük çerçevesi"ni sorguluyor, dış ilişkilerini sorguluyor, kurumlarını sorguluyor, daha ötede tartışılmaz liderlerinin belirleyiciliğini sorguluyor, hatta sistemin ana çerçevesini oluşturan din-devlet ilişkilerini sorguluyor. "Örtünme" sistemin alamet-i farikası idi, o alanda bile, belki taa başından beri esnekliğe prim veren bir yaklaşım söz konusu. 1994'teki İran gezi notlarımda "kakül direnişi" diye yazmıştım bunu. Eh işte şimdi, kişinin özgür tercihini öne alan bir süreç gelişiyor. Bilmem yeni İran Meclisi'nde bir kişi, kural dışı giysilerle gelen bir bayan milletvekiline "Şu kadına haddini bildirin, burada hiç kimse devrimlere meydan okuyamaz" yollu bir öfke sağanağı boşaltır mı?

Gelişmeler devrimin üstün değeri üzerinde bir tercih değil, bir yorum farklılığını öngörüyor. Denmek isteniyor ki: İslam-toplum ilişkisinde "Kum yorumu"ndan başka yorum da söz konusu. "Yorum farklılığı"nı, mutlak değerlerin hayata intikalinde bir İslam telakkisi tarzında geliştiren Abdülkerim Süruş çizgisi İran devriminin açılım çerçevesini belirliyor. Bu, bir laikleşme revizyonu değil, farklı zaman ve mekanlar için değişik İslam yorumları getiren bir çıkış formülü...

Önemli olan şu: İran siyasetçisi ve entelijansıyası tıkanıp kalmış ve on yıllarını kısır kavgalara heba etmiş değil. Seçim oluyor, görüşler özgürce seslendiriliyor ve toplum iradesi sisteme yansıyor. Elbet her şey henüz nihai noktada çözümlenmiş değil, ama süreç de işliyor.

Her devrimin başlangıcı zorlu olur. "Zorlu" kelimesi biraz nazikçe bir ifade; hatta "kanlı" olur. Ama devrimler zamanla normalleşmelidir; değiştirebileceğini değiştirmeli, değiştiremeyeceği ile uzlaşmalıdır. İnsanların özgür tercih hakkı ile ilanihaye oynama yetkisi, devlet dahil hiçbir üstün iradenin olmamalıdır. İran Devrimi de bunu öğreniyor, böyle gelişiyor.

Bu sürecin içinden kuşkusuz, dış ilişkilerde rahatlama da çıkacak. İran, bu alanda da siyaset üretiyor. Humeyni gibi cüppeli-sarıklı bir adam, Hatemi, dış ilişkileri rahatlatmaya çalışıyor. Sanırım bunu da, devrimle gelen sürecin dünyaya intibakı için, yani o süreci kuşatılmışlıktan kurtarmak için yapıyor.

İranlılar coşku ve sevinç içinde... Sistemin rahatlaması, toplumu rahatlatıyor.

Peki İran bize nasıl yansıyor?

Bir kesimimiz, İran sistemindeki İslam dozunun azalmasından bir sekülerleşme ümidi üretiyor. Yani onlara göre "İslam kaynaklı bir sistem yapılanması tezi" çöküyor. Bunun, Türkiye'deki Siyasal İslamcılar'a bir mesajı var. Eminim o Siyasal İslamcılar İran'dan bir mesaj almışlardır. Kendilerini hangi İslam yorumuna yakın görüyorlarsa, ona göre bir durum değerlendirmesi yapmışlardır. Burada hemen acaba Türkiye'de kendisini "Kum yorumu"na yakın bulan islami topluluk var mıydı, sorusu sorulabilir.

Ama İran'ın, başkalarına vereceği başka mesajlar da yok mu?

ANAP lideri Mesut Yılmaz'ın 2000 yılı bütçe konuşmasını hatırlayalım. "Çok partili hayata geçtik ama, tek parti zihniyetinden kurtulamadık" diyordu. Sistemin insanları, antik Yunan'ın efsanelerine yansıyan biçimde kesip biçerek tek tipleştirme eğiliminden şikayet ediyordu.

Cumhurbaşkanı Demirel'in, daha dünkü gazetelere şu sözleri yansıyor:

"Bütün bunların (terör ve mafya ile mücadele) devleti korku devleti haline getirmeden yapılması lazım. Bunları hukukun içinde kalarak yapacaksınız..... Halkına karşı devlete sevgi aşılamayı hâlâ başaramadık." (Hasan Cemal, Milliyet, 20 Şubat 2000) "Devlet reformu ihtiyacı" sözü de Demirel'e ait. Yargıtay Başkanı, yürürlükteki Anayasa'nın "Biçimsel meşruiyet debisi sıfıra yaklaşmış bir Anayasa" olduğunu ifade ediyor.

Hukukun üstünlüğü halen aradığımız seviye...

Türkiye "derin devlet" tartışmaya başladığında birilerinin öfkesi tepesine çıkıyor.

'Susurluk'umuz orada duruyor.

Halk iradesinin belirleyemediği alanlar var sistemimizde...

Bir sivil Anayasa hareketi "Anayasa'nın üstten dikte edilmesine karşı halkın belirlediği Anayasa"yı arıyor.

Türkiye, halen bir 'İhtilal Anayasası' ile yönetiliyor.

Türkiye "devrim duyarlığı" ile İran'la benzeşen bir ülke. İran 21 yıl sonra kendi devrim çerçevesini tartışıyor. Bizde devrim çerçevesi, 80 yıldır değiştirilmezlik zırhı içinde.

Görülüyor ki, bir olay tek yüzü ile okunmuyor. Okuma yazması olanlar için her olaydan birçok sonuç çıkarma imkanı var.

Şu sıralarda İranlı bir aydın şöyle bir soru sorarsa diye ödüm kopuyor:

Biz kendi sistemimiz içinde özeleştiri çığırı başlattık, sizden ne haber? Bizde kızlar kakülünü açabiliyor, ya sizde başörtülü kızlar okula gidebiliyor mu?


21 ŞUBAT 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...