T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Avrupa'nın en yoksul ekonomisiyle Türkiye Arjantin'in çok gerisinde

Türkiye ve Arjantin İkinci Dünya Savaşı sonrasında dünyanın önde gelen ekonomik güçlerine sahiptiler. Savaşta Almanya, Japonya, Fransa ve İngiltere gibi, yakılıp yıkılmamışlardı. Toplumdan kopuk dayatmacı yönetimlerin elinde her iki ülkenin ekonomisi elli yılda savaşa girmekten çok daha beter oldu.

Haksızlıklarla birlikte yolsuzlukların da katlanarak arttığı baskıcı yönetimlerde, sağlanan dış kaynaklar hiçbir zaman uygun alanlarda verimli bir biçimde kullanılamaz. Şişirilmiş devlet ihaleleri, siyasi parti kadrolarına cömertçe bağışlanır. Kaynakların üretim alanlarından daha çok kamu kurum ve kuruluşlarının gösteriş yatırımlarında kullanılması, ülke ekonomisini bütünüyle çökertir.

Arjantin gibi, Türkiye gibi, hükümetlerin seçmenin gözünü boyamak için, yüksek tuttuğu tarım taban fiyatlarının doğurduğu zararlarla yönetim taraftarlarına sağlanan geri dönmeyen kredilerin yükleri dış borçlarla karşılanırsa, ekonomik krizlerin ve sosyal patlamaların önüne güvenlik güçleri de geçemez. Borçlarını IMF ve Dünya Bankası'ndan aldıkları borçlarla ödemeye kalkışan ülkelerin maratoryum ilan etmekten başka çareleri olmaz.

Finans uzmanları, şirketler gibi, ülkelerin de borçlanmadan büyüyemeyeceklerinin üzerinde önemle durur. Büyüme ve gelişme için borçlanma gereklidir. Borçlanmayan kurum ve kuruluşlar gelişemezler. Borçlanmanın altın kuralı: Borçla bulunan kaynakları üretim kapasitesini artırıcı yatırımlarda kullanmaktır. Dış kaynakları yolsuzlukların sebep olduğu bütçe açıklarını kapatmada kullanmak, sosyal patlamalara davetiye çıkarmak demektir.

Borçla uçak, yat ve helikopter alan işletmeler nasıl iflas ederse, borçla gösteriş yatırımları yapan devletler de iflas eder. Ancak devletlerin iflası şirketlerin iflası gibi olmaz. Rusya ve Arjantin'in yaptığı gibi, dış borçların geciktirilmesi, devletin iflasının göze görünen somut yüzüdür.

Ülkelerin iflastan kurtulması, dayatmacı yönetimleri değiştirerek, global dünyanın standartlarına dört elle sarılmalarına bağlıdır. Bunun için, Amerikan, Fransız, Rus, ya da İran devrimine ihtiyaç yoktur. Yapılması gereken ilk eylem, ülkeyi bütün dünyanın rahatlıkla görebileceği şeffaf bir devlete kavuşturmaktır.

Dünyadaki gelişmeler, devletleri bütünüyle halka ve denetime açık bir şirket gibi olmaya zorluyor. Artık ülkelerin yalnızca yerli yatırımcıları yok, yabancı yatırımcıları da var. Yerli seçmenler gibi, yabancı seçmenler de önemli. Sabancı Grubu Arjantin'deki fabrikasını kapatırsa, işsiz kalanlar sokaklara dökülür. Arjantin yönetimi "verdimse ben verdim" Sabancı ya da Dupont grubuna ne oluyor diyemez.

Ulus devletlerin yolsuzluk ve haksızlık yapma özgürlükleri büyük ölçüde kısıtlandı. Arjantin'de yapılan bir yolsuzluk, Türkiye'den Amerika'ya kadar her ülkeyi etkiliyor.

Şeffaflaşma süreci, pazar ekonomisine geçiş sürecine de hız kazandırdı. Pazar mekanizmasındaki aksamaları giderenler, demokratik mekanizmaya da işlerlik kazandırabilirler. Kişi başına milli geliri on bin doları bulmayan ülkelerin, dayatmacı yönetimlerden kurtulması mümkün değildir. Bu açıdan on bin dolara yaklaşan milli geliriyle Arjantin Türkiye'den çok daha ileridedir.

Türkiye'nin dayatmacı yönetimlerden kurtulabilmesi için, her şeyden önce milli gelirini on bin dolara çıkarmak zorundadır. Kişi başına milli geliri iki bin dolar olan ülkenin demokrasisi, ekonomisi ve krizi de iki bin dolarlık olur.

Kuşkusuz milli gelir, bir ülke için her şey demek değildir. Ancak gelir seviyesini artıramayan ülkeler, demokrasi seviyesini hiç artıramazlar.


26 Aralık 2001
Çarşamba
 
NAZİF GÜRDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED