T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
AB aynasında Türkiye...

Türkiye'yi Türk olarak anlamak için "içerden" bakmak her zaman yetmiyor. Ormanın içinde, ağaçların arasında kaybolmak gibi bir şey. Ağaçları görmekten ormanı göremeyebilirsiniz. "Dış dünya"nın Türkiye'yi nasıl algıladığını öğrenmek de, bazan Türkiye'yi anlamaya yardım eder. İçe dönüp, "dış dünya" ile irtibatlarınızı keserseniz, "içerisi"ni de doğru dürüst göremeyebilirsiniz.

"Komplo teorileri" ile "içe kapanmak" arasında yakından ilişki vardır. "Dışarı"sını tanıyamadığınız, bilemediğiniz ölçüde; "gerçeklik"in bir bölümünden koparsınız. "Komplo teorileri", dışarıyı tanımamaktan, içeriye dönmekten ve bu yüzden içeriyi de anlamamaktan kaynaklanır.

Bir süredir Cenevre'te Türkiye ile ilgili bir "tartışma toplantısı"ndayım. Amerika ve Avrupa'nın isimleri Türkiye'de de bazı çevrelerce bilinen "Türkiye uzmanları", bizden Türkiye'yi dinliyorlar. Biz de onlardan. Bizim farkımız, onları dinlerken, Amerika ve Avrupa'nın Türkiye'yi nasıl gördüğünü; daha anlamlısı nasıl algıladığını ve onların baktığı yerden Türkiye'nin nasıl göründüğünü öğrenmiş oluyoruz.

Bu gibi toplantılarda "Chatham House kuralları" denilen bir usul uygulanır. Kimin ne dediğinin aktarılması ve yayımlanması yasaktır. Bu kurallara uyulduğu için, insanlar görüşlerini olanca açıklığı ile dile getirirler. Bu sayede de, Türkiye'ye yönelik Amerikan ve Avrupa bakış açılarının ne olduğu ve neden öyle olduğunu "komplo teorisi" üretmeye gerek kalmadan bilebiliriz.

"Chatham House kuralları"na uyarak, bir kaç genelleme yapabilmem mümkün.

Avrupalılar, Türkiye'nin AB üyeliğini kıvırabileceğine ilişkin olarak giderek kuşkuya kapılmışa benziyorlar. Hatta, Helsinki'de (1999) karar haline gelen Türkiye'nin "aday üyeliği"nin isabetli bir karar olup olmadığını daha fazla düşünür hale gelmişler. Söz konusu karar, zaten "yarı gönüllü" alınmış; Türkiye'nin "performansı"na bakıldıktan sonra, şimdilerde belli başlı Avrupa ülkelerinin gerek halkı ve gerekse kamuoyunda bir "anket" yapılsa, yüzde 80 oranında "Türkiye'nin Avrupa'da görülmemesi gerektiği" yolunda bir eğilim belirmesi kuvvetli ihtimalmiş.

Avrupalıların ölçüsü gayet net: "Kopenhag kriterlerine uyulması"… Türkiye'nin bunu becerebilmesinin kolay olmadığı kanısı yaygınlaşıyor. Ancak, bu değişebilir ya da gevşetilebilir bir şey de değil. Nedeni basit. Avrupa'nın ileri gelen düşünce adamlarının birinin ifadesi ile, "Kopenhag kriterleri ile biz kendi tanımımızı yapmış olduk. Kopenhag kriterleri bizi (Avrupalılığı) anlatmaktan başka bir şey değildir."

Buna karşılık, Türkiye'nin AB'ye sunduğu "ulusal program"ın Kopenhag kriterlerinin bir hayli altında kaldığını, Türkiye'ye olumlu bakan Amerikalı "Türkiye uzmanları" bile kabul ediyorlar.

Bir başka çarpıcı tanımlama: "Türkiye, AB'ye katılabilir de, katılmayabilir de. Bir tek şey kesin; AB, Türkiye'ye katılmayacaktır."

Madem ki, Helsinki'de Türkiye'nin "AB'ye aday üyeliği" kabul edildi; bu, ne kadar çabuk gerçekleşirse o kadar iyidir. Ancak, gerçekçi bakmak gerekirse, Türkiye'nin bir hayli uzun bir yoldan geçerek bunu gerçekleştirebileceği -eğer gerçekleştirebilirse- belli oluyor. Bu yolu çok hızlı geçmeye çalışmak, Türk toplumunu büyük acılara ve sıkıntılara sokacak. Türkiye'nin anayasasının Kopenhag kriterlerine uymayan bir yapısı olmasından başka, Türk kurumlarının işleyiş tarzı bir başka zorluk yaratıyor.

Bu "gerçekçi" bir "Avrupalı" değerlendirme. Bir başka "gerçekçi" ve "hazmı zor" bir değerlendirmeye kulak vermekte yarar var. Şöyle:

"Türkiye'nin AB'ye üye olmasının, Avrupalılar açısından "rasyonel"i esas olarak iki noktada toplanıyordu:

1. Bir bölgesel güç olması;

2. İç durumu itibarıyla istikrarlı olması.

Oysa, şimdi bakıldığında bir "bölgesel güç" profili çizmiyor. Tersine, "sorunun bir parçası" haline gelmiş durumda. Örneğin Baku-Ceyhan, bölgeyi (Kafkasya) kutuplaştırıyor. Amerika'yı rahatsız edecek gelişmelere, Rusya-İran yakınlaşmasına yol açıyor. Türkiye, potansiyel olarak güçlü bir aktör ama daha yolunu ve doğrultusunu bulabilmiş değil.

Ayrıca, Avrupa'nın en hassas olduğu konuların başında gelen "göçmen konusu"nda da, Türkiye, "yolgeçen hanı" gibi. Ta Kuzey Irak'dan kalkıp, İtalya kıyılarına kadar gelebilen binlerce insan, Türkiye'den geçerek bunu yapabiliyorlar. O zaman, Türkiye'nin "güvenlik sağlayıcı" işlevi nerede kalıyor?

Ekonomik krizle birlikte, Türkiye'nin "iç istikrarı"ndan söz etmek de zorlaştı."

Belirli "gerçekler"e dayanan böyle bir bakış açısı, tıpkı Türk parasının değerinin devalüasyonla yitirilmesi gibi; Türkiye'nin "siyasi değeri"nde de bir "devalüasyon" olduğuna işaret ediyor.

Bunlar işin "siyasi" yönü ile ilgili ve "konjonktürel" yani geçici zorluklar olarak görülebilir. Ama hazmı zor olan, "kavramsal" ve "yapısal" zorluklar. Örnek:

"Avrupa kriterlerine uyabilmek için, Türkiye'nin Kemalist mirasının bir yana bırakılması gerekecektir. Çoklu kimlikler, giderek Avrupalı olmanın en önemli karakteristiklerinden biri oluyor. Barcelona, aynı ölçüde Katalan, İspanyol ve Avrupalı. Herbiri vazgeçilmez kimlikler bunlar…"

Ve, çok ilginç bir ölçü: "Postmodern devletler, "çıkarlar"dan ziyade "değerler" üzerine politika yapıyorlar"…

"Gerçekçi" olalım. Türkiye'nin Avrupa'da işi zor. Avrupa hedefine sırt çevirmesi ise, daha zor. Çaresi yok. Değişecek.


28 Nisan 2001
Cumartesi
 
CENGİZ ÇANDAR


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | İzlenim | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED