T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Cimbom'un şampiyonluğu niye yüzbaşılıktan önemsiz oldu?

Şampiyonluk güzeldir ve uğruna 10 ay mücadele edilen bir kupanın sahibini bulması önemli bir şeydir. Futbol dünyasındaki bütün ezeli rekabetler her yeni şampiyonlukla tazelenir, bütün istatistikler değişir. Galatasaray'ın 15. şampiyonluğuna ulaşarak, federasyonun her 5 şampiyonluğa bir yıldız takma hakkı gereği üçüncü yıldıza da hak kazanması da böyle bir sonuç doğurmuştur.

Bir takımın şampiyon olması, o andan itibaren futbola yeni bir istikamet verir. O ana kadar herkes konuşur ama şampiyon belli olduktan sonra yenisine kadar susulur, konu değişir. Tıpkı, Genelkurmay Başkanı'nın konuşması gibi. Herkes her konuda birşeyler söyler ama, Paşa konuşuncaya kadar... Bu durumda ipi her zaman, apoleti en kalabalık olan göğüsler.

Geride bıraktığımız haftanın başında 23 Nisan vardı; o akşam, üstelik Meclis'te, üstelik Cumhurbaşkanı ile Başbakan ve de onlarca bakan, vekil sağa sola serpilmiş haldeyken Genelkurmay Başkanı hayatının konuşmalarından birisini yaptı. "Tayyip"ten başladı, "anasından Yahudi düşmanı doğanlar" konusundaki kaygılarını dile getirdi ve sözü, Fenerbahçe bahsine bağlayarak, bütün ülkeye tam bir ufuk turu yaptırdı!

Bu sözler, Galatasaray'ın şampiyonluk maçına kadar haftanın en önemli olayıydı. Tabi ki, "Genelkurmay Başkanı siyasete bulaştı" ya da "Paşa, yargıya baskı yapıyor" gibi manşetlerle değil. Manşetler öyle atılsaydı değil haftanın; yılın, hatta son yılların olayı olurdu ve zaten bu ülkede böyle manşetler olsa demokrasi de olurdu...

Genelkurmay Başkanı'nın sözlerin yankılanmasındaki algı kaymasının nedenini medyaya yüklemek mümkün ama, böyle yapmak sorunu çözmez. Medyanın, askere mikrofon uzatmayı ve onlardan gelecek sözlere, sorgusuz sualsiz "başüstüne" çekmeye hazır içler açısı hali biliniyor. Asıl mesele; vatandaşın hala, asker sevgisi ile demokrasi arasındaki farkı anlayamamış olmasıdır. Konuşan asker olunca, kimse konuşulanı sorgulamıyor ya da en azından tartışılabilirliğini akıl etmiyor.

Bu durum şaşırtıcı mı? Üç yıldızı yanyana görünce aklına, "yüzbaşı rütbesi"nden başka bir şey gelmeyen bir toplum için değil.

İnsanlar, futbol gibi bütün kitleleri kuşatan bir şovda, bir değil üç değil, on değil, tam 15 şampiyonluğa ulaşan takıma vere vere yüzbaşılık payesi veriyor.

Sadece bu yıl da değil. Geçtiğimiz sezon, 15. Şampiyonluğa yaklaşan Fenerbahçe'nin tribünleri de hocalarına "Mustafa Denizli yüzbaşı yap bizi" diye tezahürat yapıyordu. Aralarında, doktor, reklamcı, mühendis, gazeteci, nalbur, iş adamı, bakkal, memur, işçi, işsiz onbinlerce insan hep bir ağızdan, mesleklerden bir meslek olan askerliğe ve rütbelerinden bir rütbe olan yüzbaşılığı övgüler diziyordu. En büyük aşkları takım sevgisi olan bu insanlar, sıra takımlarını yüceltmeye geldiğinde bilinçaltlarındaki o vazgeçilmez saygıya müracaat ediyorlar, büyüklüğün referansını askerden alıyorlar.

Bu bilinçaltı, bir başarıyı anlamlı hale getirebilmenin en garantili şartı olarak askeri hiyerarşiyi esas alıyor, kazanmayı asker rütbesi ile kıyaslayarak ödüllendiriyor.

Bütün anketlerde, sorunun neye istinad ettiğine bakılmaksızın "en güvenilir kurum" olarak ordunun liste başlarını tutması da bundandır. Toplumun üniformaya yönelik sevgi, saygı, korku ve zaruretten kaynaklanan güveni, bütün sosyal olaylarda standart ve şaşmaz bir ölçü olarak karşımıza çıkıyor.

Anketlerde soru sorulanla, stadyumlarda tezahürat yapan insanların zihni, nihayet aynı kumaştan biçiliyor.

O soru sorulduğunda herkes, içinde bulunduğu ya da çeşitli mekanizmalarla oluşumuna katkıda bulunduğu kurumları da bir kalemde silip, bütün güvenleri orduya ciro ediyor.

İnsanlar, asker sözkonusu olduğunda mesleklerini ve başarılarını önemsizleştirmekte beis görmüyor.

Bu bilinçaltının bir sonucu olarak bütün meslekler hakarete uğruyor ve Genelkurmay, stadyumlardaki küfür ve olaylar nedeniyle "asker hakemler"i tedricen ligden çekebiliyor. Peki maçları bundan sonra kim yönetecek? Doktor, öğretmen, işadamı, mühendis, memur gibi önemsiz ve değersiz mesleklerden insanlar. Hal böyle olmasına rağmen, hiçbir meslek kuruluşu kendilerine yönelen bu dolaylı hakarete ses çıkarmayı da aklına getirmiyor. Hiçbir mesleğin insanları, "madem maç yönetmek yakışıksız ve utanç verici bir iş, o zaman bizim meslektaşlarımız da çekilsin ya da herkes aynı muameleyi görsün" diyemiyor.

Çünkü herkes, askere çok güveniyor ve tuttuğu takımın teğmen, üsteğmen ve yüzbaşı olacağı ya da Şampiyonlar Ligi'nde mücadele vererek bir "NATO görevi!"ne çıkacağı günü iple çekiyor.


1 Mayıs 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KARAALİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED