AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bilmek bilmeyi bilmektir! (II)

Yunus'un "İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir" mısrâlarını "Bilmek bilmeyi bilmektir/Bilmek kendini bilmektir" şeklinde açıklamış ve sanılanın aksine, söylenmek istenenin aslında daha yolun başında, yani ilk mısrâda söylenmiş olduğuna işaret etmiştik.

Yolumuza kaldığımız yerden devam edelim ve bir adım daha atıp bu işareti —ilk mısrâın vurgusunu öne çıkaracak şekilde— biraz daha kalınlaştıralım:

— Bilmek bilmeyi bilmektir; yani bilmek kendini bilmektir.

Dikkat edilirse bu durumda hem bilmenin kendisi, hem de bilenin kendisi, bilme eyleminin konusu olmakta ve bilmenin ne idüğünü bilmenin aslında bilen'in kendisini bilmek demek olduğu söylenmektedir.

Yine adım adım gidelim ve önce şu soruyu cevaplayalım:

1) Bilme eylemi nerede cereyan eder?

Hiç kuşkusuz ki insan zihninde ve dolayısıyla insanda... O halde bilmenin ne idüğünü bilmek, insan zihninin nasıl bildiğini bilmek demektir. Bilmenin mahiyetini bilmeye çalıştığımızda, insanın nasıl bildiğini öğrenmeye başladığımızda, aslında bizler insanın mahiyetini, daha doğrusu insanın mahiyetinin en önemli cüzünü (nutkiyeti) öğrenmeye başlamış oluyoruz.

2) İnsanın mahiyeti nedir?

İnsan hayvan-ı nâtık (animal rationelle) olarak tanımlanır. İnsan düşünen/konuşan, yani bilen canlıdır. Bu durumda bilmenin mahiyetini bilmeye çalışanlar, bilenin (insanın) mahiyetini de öğrenmiş olacaklardır. Çünkü burada bilmenin mahiyeti bilenin mahiyetiyle eşleştirilmektedir.

3) Diğer canlılar bilemezler mi, bilgi sahibi olamazlar mı?

Burada 'bilmek' ile kastedilen "bilineni bilmek", "bilgi sahibi olmak" değil, bilakis bilmeyi bilmektir. Diğer canlılar da bilirler ve onların bilgileri duyular (ihsas) aracılığıyla elde edilir. Oysa insan sadece duyular aracılığıyla değil, akıl aracılığıyla da bilgi edinir; yani insan bilmekle kalmaz, nasıl bildiğini de bilebilir. Bu tür bilme (idrak) ise canlılar arasında insan türüne mahsustur. Evet, sadece insan nasıl bildiğini bilebilir, bildiğini bilebilir, kendini bilebilir.

4) "Kendini bilmek" ne demektir?

Türkçemizde "haddini bilmek" şeklinde bir tabir vardır. Had ise 'sınır' demektir; çoğulu hudud'dur. İnsan sınırlarını bilebilecek surette yaratılmıştır. Sadece bilineni bilmeyip bileni (kendisini) de bilecek kabiliyeti hâizdir. İnsanın sınırları ise hayvaniyet ve nutkiyettir; yani o "düşünen/konuşan canlı" olmakla sınırlıdır. Bildiğini bildiği gibi, bilemediğini de bilir. Sınırları, sınırlarının ötesine gidebilmesine izin vermez. Bu bakımdan kişinin bilmediğini bilmesi, bildiğini bilmesi demektir ve tabiatıyla bilen bildiğini bilen değil, bilemediğini de bilen olarak anlaşılmalıdır.

Bu kısa açıklamaları biraz daha kısaltmayı denersek, "Bilmek bilmeyi bilmektir/Bilmek kendin bilmektir" derken Yunus'un bilen (âlim) ile bilinen (malûm) arasındaki izafetle mümkün olan bilme eylemini (ilim), bilinen'e nisbetle değil, bilen'e nisbetle tanımladığını söyleyebiliriz. Bilmek insanın kendi haricindeki şeyleri bilmesinden ibaret değildir. Bilakis bilmek bilmeyi bilmek, yani kendini bilmek, yani insanı bilmek, demektir. Bu tür bilmenin ise artık 'bilmek' sözcüğüyle değil, 'tanımak' sözcüğüyle adlandırılması gerekmektedir. Nitekim İslâm düşünce geleneğinde bu tür bilmeye 'irfan' ve 'marifet' (tanımak) denmektedir ki Yunus'un kastettiği de zaten budur. Yunus "Bilmek bilmeyi bilmektir/Bilmek kendin bilmektir" demekle ulemanın kullandığı şekliyle 'ilim' kavramını önemsemediğini gösterip irfan ve marifet ehli olmadıktan sonra, yani kişi kendini (insanlığını) tanıyamadığı takdirde, salt hariçteki nesneleri bilmesinin kendisine hiçbir yararı olamayacağına işaret etmektedir.

Türkçemizde bu anlama gelen bir deyiş vardır "Vali olmuşsun ama adam olmamışsın" diye. Burada "adam olmak", kişinin kendini, haddini bilmesi (irfan-marifet veya ilm-i hudûrî), "vali olmak" ise kendi haricindekileri bilmesi (ilim-i husûlî) anlamında kullanılmaktadır. Kezâ kendini/haddini bilmeyenlere "iz'ansız, idraksiz" denilir. Aslında "ahlâksız" nitelemesi de kendini bilmeyen kimseler için kullanılır. Buradaki akıl yürütme silsilesi şöyledir: Kendilerini bilseler, iz'an ve idrak sahibi olsalardı hadlerini de (hayvan-ı nâtık olduklarını da) bilirlerdi; hadlerini (nâtık olduklarını) bilince kuvve-i nutkiyelerini kullanmış olurlardı; kuvve-i nutkiyelerini (akıllarını) kullanınca bu ahlâksız davranışı yapmazlardı. Oysa canlılar içinde ahlâk (idrak) sahibi olan sadece insandır. O halde böyle kimseler sadece 'hayvan' mertebesinde kalmışlar; "hayvan-ı nâtık" (insan-adam) mertebesine yükselememişler demektir. Nitekim Yunus da ""İlim ilim bilmektir/İlim kendin bilmektir" dedikten sonra, "Sen kendini bilmezsen/Ya bu nice okumaktır" demekle bu mânâya işaret ediyor: Kendini bilmezsen, yani haddini, adamlığını, insanlığını bilmezsen... insanlığının ne idüğünü idrak etmezsen... ömrünü kendi dışındaki nesneleri bilmeye sarfedip kendinden gafil kalmışsan... kendini unutmuşsan... vâli olmuş ve fakat adam olamamışsan...

İmdi, metnimizde izaha muhtaç bir tek sözcük kaldı: 'okumak'.

Bir düşünelim bakalım, 'okumak' acaba ilk aklımıza geldiği kitap okumak veya okulda okumak mı demek?!? Gerçi maksad doğru kavrandıktan sonra, yani 'ilim' ve 'irfan' arasındaki ayırımın farkına varılmışsa, sözcüğü bu şekilde anlamakta bence bir mahzur yok. Lâkin bu kadarcığı ile yetinenlerin, kabın dibinden sızan damlaların maliyetine katlanmaları da gerekir.

Hakikat tâliblerine ise âcizâne tavsiyem şu: (Önce) siz siz olun, (sonra) ayrıntıları önemseyin! Çünkü ayrıntıların maliyeti hep yüksek olur!


21 Aralık 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED