AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Bizdeki bu 'Politbüro üyesi aşkı' nereden geliyor?!

Bilmem farkettiniz mi; eğer farketmedinizse yazık olmuş derim! Geçen gün Kronik Medya sayfamızda, Haydar Aliyev'in ölümü üzerine Hürriyet'te yayımlanan bir küçük diziden hareketle ortaya çok şirin bir "karşılaştırmalı medya" değerlendirmesi koyduk... Alper Görmüş, Hürriyet'te Hulusi Turgut imzasıyla yayımlanan bir Ebulfez Elçibey yorumunu aynı Hürriyet'in Elçibey'in ölümünde yayımladığı haber-yorumla karşılaştırdı. Hatta üşenmeyip, bunların yanına Taha Akyol'un yine Ağustos 2000'de kaleme aldığı bir başka yorumu da ekledi. Ortaya çıkan manzara gerçekten şaşırtıcıydı! Turgut, Aliyev'in ölümünün ardından "Elçibey, Cumhurbaşkanlığı'na 365 gün dayanabilmişti. Azerbaycan Parlamentosu da, Haydar Aliyev'i cukmhurbaşkanlığına seçti"(!) diye (Süleyman Demirel destekli(!) atıp tutarken, aşağı yukarı üç yıl öncesinin Hürriyet'i "Elçibey, daha önce 'Milli Kahramanlık Ödülü'nü verdiği Suret Hüseyinov'in Haziran 1993'de ayaklanmasından sonra cumhurbaşkanlığı görevini terkederek doğum yeri olan Keleki'ye döndü" diye yazıyordu. Akyol'un Elçibey portresi de benzer bilgiler içeriyordu: "(Elçibey) Birçok sorunlar içinde, Moskova tertipli bir darbe ile devrilmişti."

Alper Görmüş'ün eline sağlık! Bu sorumsuz/sınırsız medya-tarih yazıcılarının yazdıklarını yine kendi yazdıklarından kalkarak çürütmek, arada bir de olsa, doğrusu çok keyifli oluyor....

Buraya kadar yazdıklarım işin bir yönü; işin bir de "Aliyev'e güzellemeler!" faslı var... Bu faslın çok güzel bir örneği olarak da, Tercüman'dan (Ilıcaklar) Nevzat Yalçıntaş'ın "H. Aliyev, ruhuna rahmet olsun" başlıklı yazısı önümde duruyor.

Yalçıntaş'ın bu yazısı doğrusu çok aydınlatıcı bir yazı. Ne bakımdan "aydınlatıcı" mı? Ne bakımdan olacak, Türkiye'de hüküm süren "Politbüro üyesi aşkı" açısından!

Yalçıntaş, Aliyev'i çocukluğundan başlayarak tanıtmaya başlamış: "80 yıl önce Nahcivan'da, mütevazi ve fakat milli ve manevi değerleri güçlü bir Azeri Türk ailesinin evlâdı olarak dünyaya gelen bu seçkin insanın ömrünü milletine, hizmete adadığı görülür. Yetiştiği zamanın, 'Sovyet Rusya'sının şartlarına uygun olarak önce 'güvenlik' hizmetlerinde görev almış, çalışmalarındaki devamlı başarısı onu ilk Türk ve Müslüman olarak bu büyük ülkenin en yüksek yönetim kademesine taşımıştır."(!)

Hey Allahım, bu satırlara güler misiniz yoksa ağlar mısınız?

"Milli ve manevi değerleri güçlü Azeri Türk ailesi"nin bu seçkin evladı, günün "şartlarına uygun" olarak siyasi kariyerine "güvenlik hizmetlerinde" (dikkat edin, basbayağı KGB'den söz ediliyor!) başlamış ve "ilk Türk ve Müslüman olarak", ülkenin "en yüksek yönetim kademesine" (dikkat edin, basbayağı "Politbüro üyeliği"nden söz ediliyor!) kadar yükselmiş....

Yalçıntaş'ın Azerbaycan tarihinin Ebulfez Elçibey'le ilgili sayfalarına ilişkin söyledikleri de enteresan: "Güzel Azerbaycanımızın, rahmetli Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey'in yönetiminin sonunda sürüklendiği krizden kurtulması için ilk akla gelen isim Haydar Aliyev olmuş ve O, göreve getirilerek siyasi kargaşalık ve hatta bölünme, parçalanma önlenmiştir."(!)

Görüyorsunuz; Yalçıntaş, Azerbaycan'da olup bitenleri öyle tatlı tatlı anlatıyor ki, sanırsınız ki Aliyev, Elçibey'in gidip yerine kendisinin başa gelmesi süresinde olayları tamamen dışarıdan seyreden bir Azeri'den farksızdır!

İsterseniz, Yalçıntaş'ın bu "tarih tezi"ni, aynı gazeteyi paylaştığı bir başka köşeyazarı, Hasan Celâl Güzel değerlendirsin:

"Ebulfeyz Elçibey liderliğindeki 'Halk Cepnesi' şehitler vererek 'Azerbaycan Milli Mücadelesi'ni gerçekleştirirken Haydar Aliyev, tecrübeli, kurnaz ve kaşarlanmış bir plitikacı olarak sıranın kendisine gelmesini bekliyordu. Nitekim, 1993 Haziranı'nda Rus uşağı Hüseyinov'un darbesinden faydalanarak hâkimiyeti ele geçirip Cumhurbaşkanlığı koltuğuna oturdu."

(Eğer Hasan Celâl Güzel'in düzenli okuruysanız, eski "KGB generali" ve "Politbüro üyesi" Aliyev'in, Yalçıntaş'ın çektiğinden bambaşka –ve çok daha gerçekçi– fotoğraflarını zaten biliyorsunuz demektir.)

İsterseniz bu bilgilerden sonra biz yine dönelim yazının başlığına taşıdığımız soruya:

Bizdeki bu "Politbüro üyesi aşkı" nereden kaynaklanıyor?

Yalçıntaş gibi (artık "muhafazakar" mı diyeceğiz, "muhafazakar demokrat" mı, yoksa doğrudan "sağcı" mı?) bir siyaset adamının gözünde bile "KGB"de ve "Politbüro"da görev almış olmak niçin muhteşem bir olay?!

Haksız mıyım, tam tersi olması gerekmez mi? "Komünizm" ile mücadeleyi misyon edinmiş bir siyaset adamının Sovyet komünizminin bu iki kalesi karşısındaki "hayranlığı" nereden kaynaklanıyor olabilir?

Lafı fazla uzatmadan, bu soruya benim zaten "ezelden beridir" aklımda olan cevabı vererek yazıyı bitirelim:

Sovyetler Birliği ayaktayken "Soğuk Savaş"ın Türkiye'yi de iyice içine almış olan "anti-komünizm" rüzgarını o kadar ciddiye almayın... Çünkü Türkiye o devirde, Sovyetler Birliği'ne dünyada en çok benzeyen ülkelerin-rejimlerin başlarında geliyordu! Türk siyaseti varlığını "anti-komünizm" üzerine kurup temel gıdasını oradan alsa da, meseleye özgürlükler açısından bakacak olursak, onlar aslında "düşman kardeşler"di! Tamam "düşman" olmasına düşmandılar ama aynı zamanda da "kardeş"!

İşte bu nedenden, eskinin en önde gelen anti-komünistlerinin bugün "KGB" ve "Politbüro"dan ve oralara yükselenlerden "saygıyla" söz etmeleri hiç mi hiç şaşırtıcı değil....


21 Aralık 2003
Pazar
 
KÜRŞAT BUMİN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED