AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ

Y A Z A R L A R
Niçin çöktüler?

Perşembe günkü yazımda siyasetin yeni bir eksene kaydığını, merkez-çevre ilişkisinin yeniden kurulması ve yeni anlamlarla üretilmesi gerektiğini yazmıştım. Bunda merkez ve çevre partilerinin 3 Kasım'la birlikte siyaseten çökmelerinin etkisi vardı. Peki merkez ve çevre siyaseti niçin çöktü? Merkez ve çevre partilerinin söylem ve temsil krizine girerek anlamsızlaşmasının nedenleri nelerdir?

3 Kasım seçimleri bir "olmak ya da olmamak" seçimleriydi. Bu durum aslında 1990'lı yıllarda yaşanması gereken değişime ayak direnmesinin getirdiği bir tıkanıklığı aşabilecek siyasi vizyonun arayışıydı. Ancak bu değişim yaşanmadı, çünkü değişimin üstlenicisi olması gereken siyasi aktörler reformlarla siyasi alanı dönüştürmek yerine, kriz ve bunalımlarla etkisizleştirilmesine seyirci kaldılar. Hatta siyaset alanının siyasetten arındırılmasına hizmet ettiler.

Siyasetçinin gözden düştüğü, siyasi alanın daraldığı, siyasetin etkisizleştiği bu dönemin sonunda Türkiye'yi ayağa kaldırmanın siyaseti diriltmekten geçtiğini bilen halk, gücünün yettiğini yaptı ve mevcut siyasi yapıyı aktörleriyle birlikte değiştirdi.

DYP ve ANAP'ın oyları 1991'de yüzde 50'nin üzerindeyken 3 Kasım'da yüzde 15'in altına indi, merkez sol oylarda yüzde 32'lerden 20'lere geriledi.

Merkez siyasetin çökmesinde etkili olan faktörleri şöyle özetleyebiliriz:

- Yabancılaşma: Milletin değerlerinden, düşünce dünyasından ve sosyolojik yapısından yabancılaşma ciddi bir temsil krizine dönüşmüştür. Merkez partiler modernleşme ve çağdaşlaşma sürecinde, yaşanılan coğrafyanın sosyo-kültürel gerçeklerini dikkate almamışlardır. Siyasetin dönüştürme fonksiyonunun halkın duygu ve düşünce dünyasıyla paralel yürüyememesi, merkez partileri halktan uzak bir noktaya savurmuştur. Merkez siyasi aktörler halkın günlük yaşamından ve gerçeklerinden çok uzak başka bir düzlemde yaşar hale gelmişler, bu da halkla parti liderleri arasındaki duygusal bağların kopmasına sebep olmuştur.

- Kötü yönetim: İktidar, merkez partileri çok kısa sürede eritmiştir. Kötü yönetim ve yolsuzluklar istikrarsızlığı sürekli hale getirmiştir. Siyaset belli grupların, kesimlerin veya kişilerin menfaat temin aracı haline gelmiştir.

- Yanlış anlayışlar: Hikmet-i hükümet anlayışı ve "devletin bekası için herşey mübahtır" yaklaşımı siyasetçilerin siyaset dışı alana teslim olmalarına sebep olmuş, demokratik hukuk devleti normlarına sığmayacak işler olmuştur. Merkez siyaseti, kendisini Susurluk hadisesi gibi olay ve anlayışlardan arındıramamıştır. Merkez siyasetin erimesine sebep olan diğer bir yanlış anlayış ise laikliğin çok çarpık bir şekilde konumlandırılması olmuştur. Demokrasinin de laikliğin de Türkiye'ye özgü bir hale getirilerek gerçek anlam zemininden saptırılması özellikle 28 Şubat sürecinde milleti karşısına alan bir siyasal/sosyal tasfiyeye dönüşmüştür.

- Vizyonsuzluk: Merkez siyasetçileri halka umut veremeyen, geleceğe dair halkın önüne cazip proje koyamayan, kendi konumlarını korumayı başarı sayan bir duruma gelmişlerdir.

* * *

3 Kasım seçimleri çevre partilerinin de başarılı olamadığını göstermiştir. "Kürt" oylarını bloke eden DEHAP, "İslamcı" oyları bile alamayan SP, milliyetçi oyları düşüş trendine sokan MHP ve BP çevre partilerinin "marjinal" kalacağını göstermektedir. Çevre partilerinin başarılı olamamalarının birçok sebebi vardır. Ama asıl önemli olan, çevre siyasetinin Türkiye'de anlamsız hale gelmesi, "uç" ve "radikal" sınıflandırması altında marjinalize olmasıdır.

Bu çerçevede çevre partilerinin dayandıkları enerjik ve dinamik kesimlerin tüm sıkıntıları, eleştirileri ve tepkilerine rağmen kitleselleşememeleri arızi değil, temel sorunlara işaret etmektedir.

Bugün gelinen noktada yapabileceğimiz tespit, Türkiye halkının katı ideolojik, dogmatik ve kavgacı partilere sıcak bakmadığıdır. Halk kendi istekleri için siyasal bir kavga verilmesini istemektedir, ancak bunun başını ağrıtmayacak, ülkeyi germeyecek, istikrarı bozmayacak bir tarzda yapılmasını arzu etmektedir.

Halkın devlet eleştirisi yapması, yönetimlere tepki duyması, sistemi sorgulaması devletin varlığına yönelik bir mahiyet taşımamaktadır. Halkın tepkisi kendi değer ve duygu dünyasını dikkate almayan, ona insanca bir yaşam sunamayan anlayış ve yönetimleredir. Halkın geleneksel anlayışı kendisinin, ülkenin ve dinin bekasını devletin bekasında görmek şeklindedir. Bu anlayışı ıskalayan çevre partileri var olan tepkiyi yanlış bir mecrada konumlandırmaktadırlar.

Çevre partilerinin üslup, yöntem ve örgütlenme mantığı açısından da yanlışlıkları olmuştur ve bunlar kitleselleşmeyi engellemiştir. Etnik, dini, mezhebi milliyetçilikleri temel alan partilerin gerek örgütlenme aşamasında, gerekse ürettikleri söylem ve eylemlerde dışlayıcı bir tavır içine girmeleri kutuplaşmaya davetiye çıkarmakta; halkın istediği kuşatıcı ve kucaklayıcı siyaseti üretememektedir.

Bu yüzden merkez ve çevre partilerinin başarısızlıkları bir yana merkez ve çevre anlayışları anlam kaybına uğramıştır. Bugün olması gereken içi boşalan bu kavramları önceki yanlışları da nazara olarak yeni bir formatta anlamlandırmaktır.

Türkiye siyasetinin bugünkü eksenini klasik merkez-çevre konumlandırmasıyla yorumlayamayacağımız çok açıktır. Çünkü partilerin sınıflaşması, sol-sağ, merkez-çevre ekseninde olmamaktadır. Partiler farklı gerçeklerle bir çok konuda yan yana veya karşı karşıya gelebilmektedir. Örneğin 2004 yılında Türk siyasetinde partilerin konumları ve duruşları AB ve Kıbrıs konusuna bakışlarına göre şekillenecektir. Türkiye'nin en büyük partisi olarak AK Parti'nin oturacağı eksen de yeni durumu anlamamızı kolaylaştıracaktır.


21 Aralık 2003
Pazar
 
YALÇIN AKDOĞAN


Künye
Temsilcilikler
Abone Formu
Mesaj Formu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED