AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
Tanışma yerimiz neresi olsun?!?

'Uzlet' denince bir köşeye çekilmek ve insanlardan, kalabalıklardan (galebe-liklerden) uzak durmak vs. anlaşılır genellikle... 'Halvet'e de aksine birarada olmak, başkalarına tahammül edip başkalarıyla birlikte yaşamak, hani kabaca denir ya "sosyal olmak", işte aynen öyle başkalarına karışmak vb. anlamlar verilir.

İnsanın sosyal bir canlı olduğunu ifade etmek için önceleri "medeniyyun bi't-tab" tanımı kullanılır ve insanın tab'an, yani özü itibariyle başkalarıyla birarada yaşama kabiliyetinin olduğu vurgulanırdı. Medenî'nin karşıtı 'vahşî' idi, yani yalnız olma, tek başına olma... Gerçi "hadarî-bedevî", "şehirli-köylü", "dağlı-bağlı" gibi ayrımlar da yapıldı ve fakat bambaşka anlamlarda... anlam incelmiş, inceldikçe de değişmişti... (Bu noktada 'vahşî' ve 'vahşet' sözcüklerinin zihnimizdeki çağrışımlarını dikkate alırsak, bir sözcüğün anlamının değişmesi için muhakkak incelmesi gerekmediğini de kolayca anlayabiliriz.)

'Uzlet', hatta 'zühd' sözcükleri bir toplumdan, toplu yaşamaktan geri çekiliş gibi anlaşılmaya başlandı ve bazı kimseler şehir'e, medeniyet'e, topluma, toplu yaşayışa sırt çevirmeyi, buna mukabil doğaya, vahşete, yalnızlığa dönmeyi tercih ettiler, tercih etmekle kalmadılar, teşvik de ettiler.

"Halvet der encümen" deyişi tam da burada yeni bir karşılık buldu: Maksad HAK ile yaşamaksa şayet, pekâlâ halk içinde de HAK ile yaşanabilirdi. İnsanlardan kaçmaya, dağa çıkmaya gerek yoktu, yalnız olmak için yalnız kalmak gerekmezdi; halk içinde olmalı, halka hizmetin hakka hizmet olduğunu bilmeli, kemâl yolculuğu "toplululuk içinde" (hatta bazılarına göre 'topluca') yapılmalıydı.

Mesele böyle özetlenebilir. (Ancak unutmamak gerekir ki her özet kötü bir özettir.) Oysa erbabı zaten uzlete çağırırken kimseyi fiilen insanlardan kaçmaya, dağa çıkmaya teşvik etmemişti ki! Bu aslen ne mümkün, ne de lüzumlu idi. Çağrı meşguliyetin yönüyle alâkalıydı. Uzlet insanın evinde, kendisinde, kendisiyle olmalıydı. Uzlete, yani bir kûşeye (köşeye) çekilmek kişinin kendisine, kendi evine, gönlüne doğru çekilmesi, bakışlarını ağyardan, taşradan kaçırıp kendisine yöneltmesi idi. Hikmet tarihinin en önemli ve belki de en aslî, hatta en asîl çağrısı "KENDİNİ TANI" idi... İşte bu yüzden uzlet hâlâ kendini tanımanın, kendiyle tanışmanın tek imkânı....

Peki tanışma yerimiz neresi olsun?!?

Tanımak, tanışmak için kişinin davet edildiği yer, onun yine kendi gönlü idi. İnsan kendini kendinde tanıyacak, kendiyle kendi evinde tanışacaktı; yani uzlet gönül istikametinde ve gönülde olmalıydı. Bu bedenî, maddî bir uzlet değil, zihnî, aklî, kalbî, manevî bir uzlet idi. İşte 'uzlet' tam da bu noktada 'halvet' anlamını kazanıyordu. İnsanın kendine, kendini tanımaya yönelik yolculuğu (uzleti) kendi gönlüyle halvette olması, kendiyle halvete girmesi demekti.

Eski köşklerimizin tepelerindeki cihan-nümâlar, halvet-haneler gibi gönlü makamında ziyaret etmeli, aradığımızı orada bulmalı idik. Batılılılar bizim cihan-nümâmıza "fildişi kule" diyorlar. Nitekim Almanca'da "Fildişi kuleye çekilmek" veya "Fildişi kulede oturmak" deniyor (sich in einen Elfenbeinturm zurückziehen/in einem Elfenbeinturm sitzen). Bu deyiş onlara da Fransızca'dan geçmiş (msl. être dans sa tour d'ivoire)... İlk yorumculardan biri Fransız yazar C.A. Sainte-Beuve (1804-69)... Önceleri olumlu bir anlam taşırken, zamanla olumsuz bir anlam kazanmış, en nihayet 'bencillik' mânâsı verenler bile olmuş.

Batı'da bu deyim sınıfsal bir işaret gücüne sahip... Bize de o anlamıyla geçmiş zaten... (Bu satırları yazarken nedense aklıma Cemil Meriç'in aydın tasvirleri geldi.) Oysa insanın kendisiyle hâllenmesi, halvete çekilmesi, uzlet-nişîn olması ne kadar insanî, ne kadar ferdî, ne kadar aslî, ne kadar özgürce ve herhangibir sınıf mensubiyetinden özge....

Niyazî Mısrî hazretleri bakınız ne kadar güzel açıklamış:

Ben sanurdum âlem içre bana hiç yar kalmadı.
Beni beni terkeyledim bildim ki ağyar kalmadı.

Sanılıyor ki terk eylemek halkın arasından, yani şehirden uzaklaşmak, dağlara, bayırlara, çayırlara gitmek... Halbuki kapitalizm uzlet-turlarından para kazanmayı da becermedi mi en sonunda?!? Öyle ya şimdi kim kimden ve nasıl dağda, çayırda kaçabilir ki?!?

Terkettiğiniz onu terkettiğiniz anda ve yerde yine sizi bulacaktır bundan emin olunuz. O halde önemli olan neye, kime kavuşulacağı... Terkeylemeli ki kavuşmalı, kavuşabilmeli; hepsinden önemlisi Kur'an lisanıyla terketmenin 'unutmak' demek olduğu hatırlanmalı.


22 Haziran 2003
Pazar
 
DÜCANE CÜNDİOĞLU


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED