AYDINLIK TÜRKİYE'NİN HABERCİSİ
Albaraka Türk

Y A Z A R L A R
İşletmelerde manevî EĞİTİM ŞART

Bu yılki ayakkabı fuarının en etkileyici siması hiç şüphesiz "kırk yıllık ayakkabıcı" Hasan Usta idi. Ayakkabılarına el emeği ve göz nuruna ilave olarak dualarını katan bu nesli tükenmiş zanaatçı, çağa meydan okurcasına "emek maneviyattır" diyordu. Kendisiyle ropörtaj yapmakta olan Kanal 7 muhabiri şaşkındı: "Nasıl, ayakkabılarınıza dua mı ediyorsunuz?" Evet, diyordu Hasan Usta: "Pençelerine tek çivi çakmadığım her ayakıbının bitiminde, Allah'a şöyle dua ederim: Yüce Allahım, bu ayakkabıyı giyenleri yanlış yolda yürütme, harama, kötülüğe adım attırma. Onları koru, emeklerini bereketlendir."

Mustafa Kutlu'yu anmanın tam zamanıdır. Onun Yorgancı Hafız Yaşar'ı da diktiği yorganlarla konuşmuyor muydu? Hafızla, yorgan dikmek için kullandığı pamuk arasına "kâr/zarar endişesinden daha fazla şeyler" girmiyor muydu? Pamuk, Hafız Efendi'ye hâl tercümesini anlatıyor, o da şöyle demiyor muydu: "Pamuğu incitmekten korka korka okşuyorum. Sevildiğini anlıyor, gözlerinin içi gülüyor. Daha birkaç gün birlikteyiz. Ona şimdiden müjdeli haberi verebilirim. Bak, diyorum. Bu yorgan Zeynep kızın çeyizine dikiliyor. Tanıdın değil mi Zeynep'i? Hani geçende annesi ile geldilerdi. Ha, diyor, yanakları pençe pençe kızarık taze değil mi? Evet, diyorum, o işte. Güzel, alımlı, temiz, tertipli bir kız. Seni yüklüklerde lavanta kokularına boğar, her bahar güneşe çıkarır, tasalanma."

Hasan Usta'yı en fazla kızdıran şey, bazı "kendini bilmez"lerin pazarlık yapmaya kalkmalarıydı. Emeğin fiyatı mı olurdu? "Bana diyor ki 300 milyon olmaz mı? Olur, dersem, çalmam lâzım; bunu anlamıyor. Bi daha üsteledi mi, 100 milyar diyorum. O kadar!" Öyle anlaşılıyor ki, Hasan Usta'nın devrinde birçok şeyin fiyatı bilinmiyor, ama her şeyin değeri biliniyordu. Bugünse her şeyin fiyatı biliniyor, ama hiçbir şeyin değeri bilinmiyor.

Kanaatim şu: Bugün de ancak değer bilenler kalıcı, uzun soluklu işler yapabilir. Rakamlar önemlidir, fakat hayat rakamlardan ibaret değildir. Geçen hafta size Honda'nın yönetim felsefesini anlatmıştım. Bu hafta Matsushita ile devam edelim. Bu öyküler benim Yöneticilk Dersleri başlıklı kitabımda yer alıyor, fakat kitap çoktan tükendi, okumamış olanlara tatil hediyem olsun.

Sony veya Toyota gibi adlara aşina olan yabancılar, Matsuşita ismini pek bilmezler. Ama ürünlerini gayet iyi bilirler. National veya Panasonic markalarını tanımayan yoktur. Konosuke Matsuşita, işte bu dünyaca ünlü markaları imal eden Matsushita Electric'in (ME) kurucusudur ve ME dünyanın ilk üç elektronik ürünler imalatçısından biridir.

Yaralardan kuvvet bulmak

Bay Konosuke 1989 yılında bu dünyadan göç etti ve bir yıl sonra Harvard işletme hocalarından John Kotter onun işletme dehasını araştırmaya başladı. İş hayatında büyük liderliğin köklerini yakalamak ve uyarlanma yeteneğine sahip örgütlerin nasıl geliştirilebileceğini öğrenmek isteyenler Konosuke'nin hayat hikâyesinden çok şey öğreneceklerdir. Matsuşita efsanesi sıradan bir şirket hikâyesi değil, sarsıntı ve yaralardan kuvvet bulma serüvenidir. Büyük başarıların ahlâki temellerinin hikâyesidir. Ne Sony'nin kurucusu Morita gibi yakışıklı ve konuşkan, ne Honda gibi aşırı inatçı ve dünyaca ünlüydü. Fakat bütün büyük liderlerin yaptığını o da yaptı: Mevcut beşer şartları olağanüstü geliştirmek için büyük insan gruplarını motive etti. Ve ülkesinde bileğinin hakkıyla halk kahramanı mertebesine ulaştı.

Ondokuzuncu yüzyılın sonlarında (1894) doğan Konosuke, bağımsız çalışmaya başladığında 23 yaşındaydı ve cebinde 100 Yen parası vardı. Onbeş yıl sonra hatırı sayılır bir şirketin sahibiydi ve elemanlarına bunun sırrını şöyle açıklıyordu: "İş yaptığınız insanlara kendi ailenizin fertleriymiş gibi muamele edin. Kazanç kapıları, insanların sizden gördükleri anlayışa bağlıdır... Satış sonrası hizmet, satış öncesi yardımdan önemlidir. Ancak güleryüzlü hizmet sayesinde daimi müşteriler kazanırsınız... Müşteriye görünüşü cazip gelen malları değil, işlerine yarayacak malları satın... Bir tek kağıt parçasının bile israfı, ürünün fiyatını o nispette arttırır, unutmayın!.. Elde mal kalmamasının tek sebebi dikkatsizliktir. Böyle bir durumda kibarca özür dileyin, müşterinin adresini alın ve siparişi tez elden kendisine ulaştırın."

Masahiro Mukasa onunla çeyrek yüzyıl çalışan bir yöneticiydi. Patronu hakkındaki en dikkate değer tesbitleri şunlar: Çok çalışır ve insanları çok büyük bir dikkatla dinlerdi. Muhtemelen resmi eğitiminin kıt olması yüzünden, başkalarının sözlerine aşırı kulak kesilirdi. Kendi fikirlerini oluştururken, bu şekilde edindiği bilgileri ustaca kullanırdı. Kazandığı onca paraya rağmen, hiç zengin insan pozu takınmazdı; zaten kazandığı parayı da lükse harcamazdı. Maneviyata büyük önem verir, aklını ve ruhunu yüceltmeye bakardı. Başka insanları geliştirmeden, kendini de geliştiremeyeceğine inanırdı. Dolayısıyla onun gözünde başkalarına yardım, kendi kendine yardım demekti. Bu fikirler onun için adeta birer dini inanç mesabesindeydi. Başkalarının işbirliği olmadan amaçlarını gerçekleştiremeyeceğini söylerdi hep. Karşısına alıp konuştuğu her insana şu izlenimi verirdi: Sen olmasan, bu kadar başarılı olamazdık!

Gençlik arzu, hayal ve heyecandır

Kotter'e göre, Konosuke'nin geleceği gençliğinde şekillenmişti. Onun içindir ki, Samuel Ullman'ın bir şiirini ezberlemiş ve yeri geldiğinde başkalarına okumaktan zevk alırmış: "Bir hayat çağı değildir gençlik, bir zihin durumudur; gül yanaklar, kiraz dudaklar, pamuk ayaklar hiç değil; arzu, tahayyül ve heyecandır; hayatın derin kaynaklarının tazeliğidir gençlik. Cesaretin çekingenliğe galebesi, serüven iştahıdır gençlik... Diyeceksiniz ki, bunlar yirmisindeki gençten çok altmışına merdiven dayamışta bulunur. Evet, sadece yılların geçmesiyle yaşlanmıyoruz; ideallerimizden koptuğumuz ölçüde yaşlanıyoruz."

Büyüyen her organizma gurura kapılır ve çoğu zaman istikamet şuurunu kaybeder. Matsuşita Elektrik de 1932 yılında böyle bir istikamet şaşkınlığı yaşadı. Şaşkınlığı gideren şey, şirkete yeni bir misyon biçme arayışı oldu. Arayışın ilham kaynağı ise dini bir tarikat idi.

Matsuşita müşterilerinden biri tarikat üyesi olmuş ve dini inancın verdiği ferahlıkla işlerini yoluna koymuştu. "Hayatımın ilk defa yaşanmaya değer olduğunu hissediyorum" diyordu. Bu sevinci başkalarıyla paylaşmak, özellikle de Bay Konosuke Matsuşita'yı tarikata aşina kılmak için çırpınıp duruyordu.

Matsuşita belirli bir dine inanmadığından, tarikatlara karşı sıcak değildi. Fakat adamın heyecan ve samimiyetinden etkilenmişti. "Adamın mutluluğu yüzünden okunuyordu." Tenri kentindeki Tenrikyo tarikatını ziyaret etmemek olmazdı artık. Tarikata ait binaların mimarisi ve temizliği daha ilk anda Konosuke'yi çarpmıştı.

Ya insanlar? İbadet edenlerin sessizce gösterdikleri saygı, ziyaretçilerin çokluğu, şakirtlerin aşikâr gayretleri ve mâbetleri inşâ etmekte olanların enerji düzeyleri çarpıcıydı. Bu insanlar hiçbir ücret almıyor, buna rağmen coşku ve memnunluktan kablarına sığmıyorlardı. Bay Konosuke Osaka'ya döndüğünde muhayyilesi dopdoluydu: Mutlu insanlar, çalışkan insanlar, üstelik hiçbir ekonomik teşvik sözkonusu değilken! Tarikata girmedi, ama pragmatik bir işadamı olarak bu tecrübeden çok etkilendi. Kendi şirketini de bir şekilde bu dini kurum kadar "anlamlı" hale getirebilirse, insanlar hem daha mutmain, hem daha üretken olabilirdi.

Gelecek nesillerin mutluluğu için çalışmak

Bir süre sonra 168 üst düzey yöneticisini şirket kulübünde topladı. Önce onlara geçmişteki başarılarını hatırlattı: 15 yıl içinde 1100 kişinin çalıştığı, 10 fabrikası, 280 kayıtlı patenti olan üç milyon yen cirolu bir şirket meydana getirmişlerdi. Sonra Tenrikyo tarikatında gördüklerini anlatarak sözünü şöyle bağladı: "Bir imalatçının misyonu yoksulluğu altetmek, toplumu bütünüyle sefaletten kurtarmak ve onu zenginleştirmek olmalıdır. Müteşebbis ve imalatçı bütün ürünleri tıpkı içme suyu gibi ucuz ve tükenmez hale getirmelidir. Bu gerçekleştiği zaman, yeryüzünden yoksulluk kalkacaktır."

Ne var ki, bu misyonu başarmak birçok yıl, belki iki veya üç asır gerektiriyordu! Zamanın uzunluğu onları misyonu benimsemekten vazgeçirmemeliydi. Bütün değerli idealler başarılması zor ideallerdi. Uzakgörüşlü insanlar tutkulu, büyük tasarılar geliştirip peşine düştükçe hayat yaşanmaya değer olurdu. "Bugünden itibaren, bu uzak rüya, bu kutsal görev, şirketimizin ideali ve misyonudur. Bu misyonu yerine getirmek hepimizin sorumluluğudur. Hayatta en mühim şey, yaşarken mutluluğun en yücesini tatmakla yetinmeyip, gelecek nesillerin mutluluğu için de çaba harcamaktır."

Konuşma dinleyenlerin çoğunu etkilemiş, bir kısmını şüpheye düşürmüştü. Yoksulluğu ortadan kaldırmak bu para babasının mı arzusuydu? İki veya üç asır mı geçmeliymiş? Bir kısmının ise gözleri yaşarmış, kendilerini Konosuke'nin yarı-dini heyecanına kaptırmışlardı. Şüpheciler zamanla Konosuke'nin sosyalist veya Konfüçyen bir işletme peşinde olmadığını, yani kârdan vazgeçmeye değil, "gerekli" mal ve hizmetleri mümkün olan en düşük maliyetlerle üretip satmak suretiyle topluma hizmet etmeye yöneldiğini anlayıp seslerini kıstılar.

Matsuşita'nın misyonunu açıklayan ilkeler şunlardı:

1. Halka hizmet.
2. Hakkaniyete riayet ve dürüstlük.
3. Ortak dava yolunda takım çalışması.
4. Kesintisiz gelişme çabası.
5. Nezaket ve alçakgönüllülük.
6. Doğal yasalara uymak.
7. Nimetlere şükretmek.
(Matsuşita'nın hayatı Türkçe'ye çevrildi. Sistem Yayınları'ndan temin edebilirsiniz.)


22 Haziran 2003
Pazar
 
MUSTAFA ÖZEL


Künye
Temsilcilikler
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür | Çocuk
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED