T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 14 MAYIS 2006 PAZAR | ||
|
Şurası muhakkak: Dünyada "Türk medyası" mensuplarının birbirleriyle kurduğu "medeni münasebetler"in seviyesini dünyanın başka hiçbir medya dünyasında yakalayabilmek mümkün değildir... "Medeni münasebetler", yani kimin kimin hakkında ne söyleyip ne yapıp ettiğinin önemi yok; yeter ki medeni barış bozulmasın! Benim açımdan artık neredeyse "a priori" bir karakter kazanan bu hakikatı geçen akşam yayınlanan 32. Gün programını seyrederken bir kez daha hatırladım. Geçenlerde değindim ama bu vesile ile tekrarlayacağım: Programın moderatörü Mehmet Ali Birand'ın kendisi ve Cengiz Çandar başta olmak üzere bazı gazeteciler hakkında meşhur "Andıç"tan kalkarak (hepsi hepsi 8 yıl önce) "Keza 'dürüst gazeteci' veya 'sorumlu aydın' havalarında, bizleri arkadan hangi alçaklar hançerliyormuş, bilmeye mecburuz" laflarını eden Oktay Ekşi karşısında takındığı "anlayan tarih" tavrını gerçekten anlamakta güçlük çektim. Aydın Doğan'a yönelik mültefit sözlerini hatırlatmıyorum (oysa şu an o işi yapıyorum!) bile... Gördük ki (gözlerimizle) ve işittik ki (kulaklarımızla), Ekşi'nin Birand tarafından yöneltilen bir soruyu "yanlış anlamaması" çok önemliymiş! Ben bu manzara karşısında (bir kez daha) şunu düşündüm: Yapmayın, bu kadar "bağışlayıcı" olmayın... Kalemini, aklını, fikrini bir takım generallerin tehlikeli entrikalarının aracı haline getiren gazetecileri "bağışlamayın" ki, bu memlekette de "söz"ün bir ağırlığı olsun... Şu sözleri belki fazla "moralist" bulacaksınız ama değil: İnsanlar özellikle olgun yaşlarında yaptıkları "kötülükler"in "kefaratini" ödemeyi bu toplumda da öğrenmelidir. Ve inanın bu yönde bir tercih, herşeyden önce o insanlar açısından hayırlıdır. Yanlış anlaşılmasın; Ekşi bu büyük mesleki günahından dolayı "cezalandırılsın", o ünlü başyazıyı yayımladığına pişman edilsin filan demiyorum. Benim ödenmesini istediğim "kefaret" çok basit: Kalemini bıraksın ya da o günden sonra kalemini gazetesinin başka sayfalarında (ne bileyim, "Yaşam" filan) kullanmaya başlayarak "siyasi konular"la ilişkisini hepten kessin... Haksız mıyım? "Alçakları tanıyalım" yazısını yayınlayabilen bir başyazardan bu kadarını istemek (toplum olarak) çok bir şey midir? Programa telefonla bağlanan Ekşi dışında, 32. Gün'e harbeden katılan bir diğer "kahraman" da gülümsetti beni doğrusu. Doğru tahmin ettiniz; Can Ataklı'dan söz ediyorum tabii ki... "Andıç"ın meydana düştüğü günlerde konuya ilişkin tek bir satır yazmayıp (unutmayalım ki büyük basında da gecikmeden "Bu iftiradır" mealinde karşı çıkan yazarlar eksik değildi; mesela Taha Akyol ve Serdar Turgut) "havadan sudan" konularla köşesini dolduran Ataklı da, Dinç Bilgin'den önce davranıp "itiraflar"da bulunduğu için "Andıç"la mücadele eden kahramanlardan birisi oluvermişti! Siz şu dünyanın işine bakın...Ataklı'yı dinleyip "Andıç"ın zararlarını tartışıcağız... Birand'ın telefona çağırdığı bir diğer "Ankara Temsilcisi", Fikret Bila da temize çıktı sayılır... Oysa biliyoruz ki, Milliyet de Sabah gibi "Andıç"ı takip eden günlerde-haftalarda -"Andıç"ı sayfalarına taşımasa da- konuya ilişkin "suskunluğunu" hiç mi hiç bozmamıştı. Ama biliyoruz ki, bu total "suskunluk" da bir şey demektir aslında. Peki ya Ertuğrul Özkök, programa o niçin çağrılmamış ya da katılmamıştı? Fatih Altaylı'nın Çandar ve Birand'a yönelik iftira için "İhtimal vermiyorum"(!) ya da "gelinen çizgiyi çok doğru bulmuyorum"(!) gibi "elini kirletmemeye" büyük özen gösteren ifadelerinin ya da Emin Çölaşan'ın "Şemdin Sakık'ın itiraflarından sonra bu ittifakı daha net bir biçimde gördük ve içimizde en ufak bir kuşku kalmadı" gibi nefret dolu satırlarının yer aldığı Hürriyet'i o yönetmiyor muydu? Neyse de, 32. Gün'den "iyimser" olarak ayrılmamıza neden olanlar eksik değildi şükür. Meseleyi sıradanlaştırmaya çalışan her açıklamanın Cengiz Çandar'ın canını çok sıktığı aşikardı. Mehmet Altan'ın "Yargılanmalılar!" şeklindeki ısrarı "imkansız" bir öneri olarak değerlendirilse de yerindeydi. Ve de tabii Nazlı Ilıcak'ın tartışma bu ve benzer konulara (başka konuları karıştırmayalım!) gelince sergilediği sahici gazetecilik.. Ilıcak'ın, "Andıç"ın altında imzası olan bir generalin bugün nerede olduğunu özellikle vurgulaması özellikle "özel"di.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |