T Ü R K İ Y E ' N İ N    B İ R İ K İ M İ
D Ü Ş Ü N C E   G Ü N D E M İ 20 MAYIS 2006 CUMARTESİ
  Ana Sayfa
  Gündem
  Politika
  Ekonomi
  Dünya
  Aktüel
  Spor
  Yazarlar
  Televizyon
  Sağlık
  Yurt Haberler
  Son Dakika
 
 
 
  657'liler Ailesi
  Ankara'da Şafak
  Bilişim
  Çalışanın Sesi
  Diziler
  Düşünce Gündemi
  İzdüşüm
  Kültür-Sanat
  Okur Sözcüsü
  Röportaj
  Sinema
  Yemek
  Zamanda Yolculuk
 
  Bize Yazın
  Abone Formu
  Temsilcilikler
  Reklam
  Künye
 
  Arşiv

  Yeni Şafak'ta Ara
 

YÖNETEN:
Yusuf KAPLAN


Geleceğimizi ipotek altına almak istiyorlar

Hukuk ve adalet,insanların sığınacakları bir mekanizma iken, yargının kendisini, millet adına millete karşı konuşlandırmış gibi bir manzara sergilemesi hususu yeniden gözden geçirilmelidir.

  • HÜSNÜ TUNA(*)
    Anakara'nın merkezinde, daha da önemlisi, Yüksek Yargı'nın kalbinde menfur bir silahlı saldırı olayı yaşandı. Birkaç gün önce Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan el bombaları ile başlayan ve Danıştay saldırısı ile devam eden olaylar arasında bir bağlantı olduğu ortaya çıktı. Bu durumda, insan, sormadan edemiyor: Acaba bu olaylar, 2007 "Cumhurbaşkanlığı seçimi sendromu"nun başlangıcı için "işaret fişeği" anlamına mı geliyor?

    Devletin merkezi Ankara zaman zaman çok korumasız bir görüntü sergiliyor. Danıştay 2. Daire üyelerine yapılan saldırı, kurumların korumasızlığına da bir işarettir. Bizleri dehşete düşüren şey, günah keçisi yapılan "türban" nedeniyle bir kişinin ölümü dört kişinin yaralanması ile sonuçlanan bir saldırı ve akabinde olaya tepki gösterme adına yapılan açıklama ve atılan sloganlardır.

    ÇİRKİN BİR TEZGÂH

    Yaşanan olaylardan ibret almamak üzere kendisini kurgulamış bir anlayışın varlığı kuşkusuzdur. Ancak ülke insanını da, aynı zaaf içine sürükleme çabası da bilinen bir gerçek.

    Danıştay saldırısı, sembolik anlamı yüksek bir kurumun önde gelen temsilcilerine, üstelik işbaşındayken, toplantı hâlindeyken güpegündüz yapılma cüreti gösterilen bir cinayet olması nedeniyle nefret uyandıracak, nefretle kınanması gereken bir saldırıdır. Bu çok açık.

    Ama açık olmayan, özellikle göz ardı edilmeye ve geçiştirilmeye çalışılan bir başka gerçeğin de bu menfur saldırıyla gün ışına çıkmış olmasıdır: İçerden ve dışardan yapılan açıklamalar, geliştirilen söylemler, bu saldırının, ülkenin geleceğini ipotek altına alma çabası güdenlerin uygulamaya koyduğu çirkin bir tezgah olduğu izlenimini güçlendiriyor. Bu, çok tehlikeli bir durumdur. Bu saldırının, Cumhuriyet Gazetesi'ne yapılan MKE yapımı el bombaları ile gerçekleştirildiğinin ortaya çıkması, Danıştay saldırısının da aynı "karanlık güçler" tarafından tezgahlandığının ve uygulamaya konulduğunun işaretlerini vermektedir.

    Ne var ki, Danıştay Saldırısı sonrası Anakara'da yapılan cenaze merasimi öncesi yürüyüşte atılan "Türkiye laiktir laik kalacak, MOLLALAR ÇANKAYAYA ÇIKAMAYACAK" sloganları, tezgahçıları deşifre etmiştir.

    YARGI DA HUKUKU HİÇE SAYARSA...

    Danıştay üyelerine yapılan saldırının akabinde yapılan açıklamalarla, hukuk devleti ilkeleri içerisinde suçluların tespit edilmesi ve cezalandırılması sürecini beklemek yerine, Türkiye'nin müzmin "günah keçisi (!)" "Türban"a gönderme yapılarak suçlunun ilan edilmesi, özellikle Yüksek Yargı mevkiinde bulunanların ve ülkeyi yönetmeye aday siyasetçilerin hukukun üstünlüğü ve hukuk devleti ilkelerini hâlâ içlerine sindiremediklerini göstermiştir.

    Yargı, Danıştay Başkanlığı'na da aday olmuş bir yüksek yargıcın, olay sonrası basın mensuplarına ayak üstü yaptığı "saldırganın saldırıdan önce 'tekbir getirdiği'ne dair açıklamalar ve saldırganların adresini gösterme adına yapılmış "önyargılı suçlama" girişimiyle iyi bir sınav verememiştir.

    Bu, sergilenmek istenen oyunun, yargı içinde de figüranlarının olduğuna kuşkusunu uyandırmaktadır.

    Nitekim olay yerinde bulunan ve saldırıdan kurtulan diğer bir Danıştay üyesi yargıcın, saldırganın tekbir getirdiğini duymadığına ilişkin sözleri, saldırganın "tekbir getirdiği" iddiasını yalanlamaktadır. O hâlde, basın mensuplarına açıklama yapan diğer yargıcın, henüz olayın sıcaklığı ile haber peşinde koşan habercilere, saldırganın "tekbir getirerek ateş ettiğini" beyan etmesi ne anlama gelmektedir?

    'MİLLET'İ YARGISIZ İNFAZ ETMEK

    Projenin iyi çizildiği, oyuncuların da, tezgâhlanan oyuna uygun kişiler arasından özenle seçildiği anlaşılıyor. Saldırgan, ancak "ulusalcılığı ağır basan" bir hukukçudan seçilerek seçilen saldırganın uyumlu hale getirilmesi için bir yargı kararına ihtiyaç duyulduğundan Danıştay 2 dairenin kararı da "tahrik unsuru" niteliğine büründürülmüş ve Ceza Hukuku'nda makul bir süre sınırı olan "tahrik" süreci dikkate alınmaksızın birkaç ay önce yayımlanan bir gazetenin kupürü saldırganın aracının içine "iz" olarak bırakılmıştır.

    Gerçekten de planın aksamaması için her şeyin çok iyi düşünüldüğü gözleniyor. Ancak unutulan bir şey var: Saldırganın üzerinden çıkan belgeler... Olayı ortaya çıkarmayı hedefleyen yargı erki, bu olayı çözecektir. Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu HSYK'nın soruşturmasına maruz kalma endişesi taşımıyorsa tabii ki!

    Devletin yargısına sahip çıkmadığını ilan eden Danıştay Başkanı, gerçekte adına karar verdiği ve devletin ana unsurunu oluşturan "millet"i, verdiği kararlarla hırpaladığı, örselediği ve adam yerine koymadığı gerçeğini görmezden gelebilmektedir. Yargıya sahip çıkmayanın, yargıyı adaletin dağıtıldığı bir kurumdan çok ideolojik bir aygıta dönüştüren yargının bizzat kendisi olduğu gerçeği unutulmamalıdır.

    Cumhurbaşkanının veto ederek halledemediği yasaları bertaraf etme aracı olarak Anayasa Mahkemesi'ni, bir çok hizmet alanlarıyla ilgili yönetmelik ve benzeri uygulamaları iptal etmeye konuşlandırılmış Danıştay'ın sahipsiz kaldığından yakınmaya, şikâyet etmeye hakkı yoktur. Van Savcısı'nı meslekten ihraç edenlerin, yüksek yargıçlar olduğu ne çabuk unutuldu!

    Hukuk ve adalet, insanların sığınacakları bir mekanizma iken, yargının kendisini, millet adına millete karşı konuşlandırmış gibi bir manzara sergilemesi hususu yeniden gözden geçirilmelidir. Eğer bir ülkede, hukuk ve adalete güven sarsılmışsa, o ülkede yargıya sahiplenmekten bahsedilemez.

    "KARANLIK GÜÇLER" DEŞİFRE EDİLMELİ

    Öldürülen ve yaralanan yargıçların sorumluluğu, sadece taşeron bir avukatın üzerinde bırakılamaz. Türk halkının özgürleşmesine ve insanca yaşamasına tahammül edemeyen ve bu milletin ulusal değerleriyle, dinamikleriyle hem zırnık kadar bir ilişkisi olmayan, hem de bu değerleri, bu derinlikli ve kuşatıcı dinamikleri dinamitlemek için vargüçleriyle çalışan bir avuç ama etkili kişilerin bayraktarlığını yaptığı ama ülkeyi karıştırmaktan başka bir işe yaramadığı attıkları her adımda gözlenen bu "ulusalcılık bağnazlığı" ile her gelişmeye karşı çıkan, huzur ve sükuna bomba konulan Şemdinli'yi aydınlatmayı hedeflemiş bir savcıyı, meslekten ihraç edenler de sorumludurlar.

    O yüzden, Cumhuriyet Gazetesi'ne atılan MKE yapımı patlayıcı maddelerin nereden ve nasıl geldiği ortaya çıkarılmadığı sürece "karanlık güçler" planlarını uygulamaya devam edecektir.

    Milletin huzur ve sükun içinde bir hayat sürmesini kendi geleceklerine feda eden "karanlık güçler" karanlık bir planı uygulamaya koymuşlardır. Bizlere düşen, tezgahçıları ve oyuncuları deşifre ederek bu planı bozmaktır.

    *Avukat-Hukukçular Derneği Başkanı

    Geri dön   Yazdır   Yukarı


  • ALPORT Trabzon Liman İşletmeciliği

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Spor | Yazarlar
    Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak
    Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi