T Ü R K İ Y E ' N İ N B İ R İ K İ M İ |
||
Y A Z A R L A R | 21 MAYIS 2006 PAZAR | ||
|
Engin Ardıç önceki gün "19 Mayıs Atatürk'ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı"na ilişkin şöyle yazıyordu: "Demokratik ülkelerde çocukların yavrukurt, kelebek, efe gibi şekillere girmeleri geleneği yoktur. Gençlerin kitle halinde spor gösterileri yapmaları geleneği de yoktur." Akşam yazarının yazısı bu "Bayram"ın hikayesini ve dolayısıyla "kökenini" merak edenler için yararlı bilgiler içeriyordu; okunmasında yarar var. Ardıç'ın kurduğu şu "ilişki"nin hatırlanması bile, tek başına, önümüzdeki yazının ne derece "rahatsız edici" (iyi anlamda kullanıyorum tabii ki!) nitelikte olduğunun delilidir: "Bu uygulama, 1938 yılında, Hitler Almanyası, Mussolini İtalyası ve Stalin Rusyası'nda vardı! İspanya iç savaşı sürmekte olduğundan, General Franko da kendi egemenliği altında olan bölgelerde başlamıştı ufak ufak..." (Bizim "Gençlik ve Spor Bayramı"nın (çünkü adı bizim gençliğimizde sadece bu kadardı) 20 Haziran 1938 tarihli kanunla yürürlüğe girdiğini unutmuyorsunuz...) Neyse o kadar da kötümser olmayalım; 19 Mayıs günü İstanbul'da -benim de konuşmacı olarak katıldığım- "Genç Siviller rahatsız" bildirisi etrafında düzenlenen toplantıda da gördük ki, hiç değilse bir kısım gencin bayramlarına ilişkin duygu ve düşüncelerinde önemli bir "erozyon" yaşanmaktadır. Toplantıda, büyük ekranda (sesi kısılmış olarak) naklen yayınlanan törenleri işaret ederek şu soruyu bir kez daha tekrar ettim: "Nasıl oluyor da bu görüntüler sizin dışınızdaki gençlere hâlâ makul gelebiliyor?" Bu görüntülerin yol açması gereken büyük "can sıkıntısı" nerede? Yanlış anlaşılmasın; "spor"a, cimnastikle karışık "dans"a, "bayram"a kimin itirazı olabilir? Hele de gençler söz konusu ise. Ama -bildiğiniz gibi, bu bayram öyle bir şey değil ki... Bu bayram bir yandan Anadolu'da hâlâ "şort ve etek boylarının tespiti"nin büyük tartışmalara yol açtığı, diğer yandan ise akla hayale gelmeyen tuhaf oyunların sergilendiği bir "şölen"den ibaret. İşte gazete ve ekranlarda bu yıl da gördük: Gençler güneşin altında ve bir stadyumun ortasında o tuhaf kıyafetler içinde o tuhaf dansları niçin yapsınlar? Spor, oyun, dans, resmi gecit ve o hararetli ve hamasi nutuklardan oluşan bu şeyin adı "bayram" mıdır şimdi? Bayram'ı burada bırakıp gelelim bir başka "âdet"imize: Danıştay'a düzenlenen silahlı saldırının ardından onbinlerce insan Anıtkabir'e yürüdü. Yürüyenler sadece "sıradan vatandaşlar" değildi. (Zaten öyle olsaydı, kimin nereye yürüdüğünü sorgulamak aklımızdan geçmeyeceği için bu bahsi de açmazdık.) Yürüyenlerin başında "Yargı mensupları" vardı. Anayasa Mahkemesi, Yargıtay, Danıştay, Sayıştay'ın (ve bu son üç kurumun askeri biçimlerinin) başkan ve üyeleri Anıtkabir'deydi. Danıştay Başkanı Sumru Çörtoğlu'nun Anıtkabir defterine yazdığı metin şöyle bitiyordu: "Yüce huzurunuzda bu saldırıyı nefretle kınıyor, hukukun üstünlüğünü savunurken..." Çörtoğlu'nun deftere yazdığı metne Hürriyet gazetesi yerinde bir isim bulmuştu: "Ata'ya şikayet". Demek ki son olarak Danıştay'a düzenlenen silahlı saldırı da "Ata'ya şikayet" edilmişti. Bu ülkede bugüne kadar hemen her kesimin her fırsatta yaptığı gibi, bu saldırı da "şikayet" edilmişti. Bana sorarsanız, arkası kesilmeyen bu "Ata'ya şikayet"lerin -eğer demokratik bir cumhuriyette yaşıyorsak- bir an önce sonu gelmelidir, derim. Gelmelidir, çünkü demokratik bir cumhuriyet böyle bir seremoniyi kaldıramaz. Sanırsınız ki Anıtkabir cumhuriyet'in bir "mabedi"dir. Oysa olur mu böyle bir şey? "Cumhuriyet"in tabii ki anıtları ve kendisine yakışan bayramları vardır; ama "mabedi" yoktur. Eğer illâki olsun diyorsanız, o zaman bu "mabet"i eşit yurttaşlarının "kalbinden" başka yerde aramamak gerekir. Bu ülkede olduğu gibi cumhuriyetin ve cumhuriyetçilerin Anıtkabir'i "şikayet mercii"ne çevirmeleri, cumhuriyetçiliğin özünü oluşturan "ilerleme ve gelecek" fikrinin, "Aydınlanma"nın çok uzağına düşüldüğüne işaret eder. Çünkü cumhuriyetin -özellikle de "ilerlemeci" niteliğinden dolayı- her fırsatta "ilk örneğe" başvuran ve bundan dolayı zorunlu olarak "döngüsel bir tarih ve zaman" anlayışını benimseyen "mitsel" toplumun değerleriyle arası hiç mi hiç iyi değildir... Yani sonuç olarak, hiç değilse "sağduyu"yu elden bırakmayalım.
|
|
Ana Sayfa |
Gündem |
Politika |
Ekonomi |
Dünya |
Aktüel |
Spor |
Yazarlar Televizyon | Sağlık | Bilişim | Diziler | Künye | Arşiv | Bize Yazın |
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin her hakkı mahfuzdur. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz. © Yeni Şafak Tasarım ve içerik yönetimi: Yeni Şafak İnternet Servisi |