|

Nermin Tenekeci: Kelimelere dokunmanın tadı

“Çoğu zaman bir ân’ın hikayesidir yazarın metinleri. O ân’ı genişletir, geçmişi de gel gitlerle o ânın içine alır. Hikayeyi anlatan ve hikayesi anlatılan diye katmanlanır anlatım. Bu ikisinin hikayesi sarmal bir şekilde birbirine geçer. Dil ve kurgu üzerinde ön çalışmalar yapar.”

04:00 - 15/05/2024 Çarşamba
Güncelleme: 00:37 - 15/05/2024 Çarşamba
Yeni Şafak
Nermin Tenekeci
Nermin Tenekeci
Alim Kahraman

Hikayeyle ciddi olarak ilgilenmeye yirmili yaşlarında (1991) başladı. İlk kitabı Yoksa ise 2010’da yayımlandı. Bir yazar, ilk kitabını çıkarmak için yirmi yıl nasıl bekler? Kuşkusuz tek bir sebebe bağlayamayız bunu. Kişisel sebepler kadar yayın ortamının durumu ve yazmaya atfettiği değeri de hesaba katmak gerekiyor. Kendini tanımladığını düşündüğü üç kelime içinde “çekingen”lik ve “kararsız”lığı belirtiyor (üçüncü kelime “merhamet”: Yeteri kadar aydınlatıcı olsa gerek bu üç kelime. Ben işaret edip geçeceğim sadece). Hayat karşısında takındığı bir istiğna hali de var sanki Nermin Tenekeci’nin; bazı hikaye kişilerine de yansıttığı..

İlk kitabını yayımlamada gecikmesinin kendine bir faydası da olur kuşkusuz. Başlangıç acemilikleri ve kusurlarını giderme, ayıklama yapma imkanı verir geçen yıllar ona: “Yenilerin yanında eski hikâyeleri de barındırıyor Yoksa. Ama her bir hikâye kitaplaşma sürecinde yeniden ele alındı.”

Hikaye sanatı adına baktığımızda, belirttiğimiz sebepleri akıldan çıkarmadan, onların üzerinde bir yerde duran “gerçek edebiyat kaygısı”na işaret etmemiz gerekiyor. Bu kaygı Tenekeci’yi belirgin kılan onun “aldanmayan ve aldatmayan” (Tanpınar, Yahya Kemal için kullanıyor bu ifadeyi) tarafı oluyor. Kuşakdaşları içinde de farklı duran yönleri var çünkü hikayecinin. Kadın yazar olmanın “pirim” yaptığı bir ortamda “ben özellikle kadın duyarlığıyla yazan biri değilim” deyiveriyor. Feminizmin hazır zırhını kuşanmayı da bir tarafa atıyor; “gen meselesi midir nedir, sonradan feminist olunmuyor, feminist doğuluyor galiba” diyor. Müslüman olmanın “bize, yazarken daha nezih bir ortam, daha steril bir estetik ve kurtarılmış bölge sunduğu kanısında değilim” diyerek kendisine “hazır” bir korunak istemediğini yineliyor. İnsana ait durumların, hallerin görünürde bulunan kolay yüzünü aşıp daha derine inmeye talip oluyor.

Ayırt edici bazı özellikleriyle bir hikayeci portresi ortaya çıkarmaya çalıştım. Kendinden söz ederken kullandığı bir başka ifade daha var Nermin Tenekeci’nin; yazdığı metinlere ışık düşürmek için onu da atlamamak gerekiyor: “Bir de harcayan, unutup giden değil, biriktiren biriyim yine tabiat icabı, ki bu da ancak yazarak teskin olunan bir haletiruhiye.”

ÂN’IN HİKAYESİNİ YAZAR

Çoğu zaman bir ân’ın hikayesidir yazarın metinleri. O ân’ı genişletir, geçmişi de gel gitlerle o ânın içine alır. Hikayeyi anlatan ve hikayesi anlatılan diye katmanlanır anlatım. Bu ikisinin hikayesi sarmal bir şekilde birbirine geçer. Dil ve kurgu üzerinde ön çalışmalar yapar. Metnin uzunluğu veya kısalığı değildir mesele, iki sayfalık bir metin bile o yorucu hazırlığı ister. Zor yazan biridir. Karakterleri oluşturan ayrıntıları, zamanı ve yeri, arka planı oluşturan olayları ölçüp biçer, hikayesini öyle inşa eder. Bir hikayeci algısıyla romanı “geveze” bulur. Bu sebeple sadece metnin değil, metni ortaya çıkaran cümlelerin de kısalığı meselesi gündeme gelir (İlk kitabı Yoksa 19 hikaye, 170 sayfa; ikinci kitabı İnsan Hatırlar 15 hikaye, 128 sayfa; üçüncü kitabı Gülmedi Bahtım Yine 17 hikaye, 80 sayfa).

Unutmamak, biriktirmek ve yeri gelince hatırlamak! Ancak geçmiş karşısındaki tutumu nostaljik değildir yazarın, gerçekçidir; bir yüzleşme içerir. Geçmiş “en kangrenli tarafımız”dır. İçinde bazı meseleler yer alır hikayelerin. Kazalar, cinayetler, intiharlar, aldatmalar; hayat kendi gerçeklerini dayatır; en hafif tabiriyle tedirgin eder, kafa konforunun bozulmasına sebep olur okuyucunun, düşündürür.

Yazarken kendini anlatmama, her hikâyesinde farklı bir mekanda, başka insanlara ait yeni problemler ortaya koyma, temel özelliklerinden biridir yazarın. Kendinden söz etmeyi sevmez (kitaplarında biyografisi iki buçuk satırlık bir yer tutuyor). Anlattığı kişilerin iç dünyalarına sokulur, yaşadıkları ortamı, atmosferi sahici kılma, kelimelere yaşanmışlığın ruhunu yükleme; budur işte uğraşı. Ön hazırlıklar bunun içindir. Onun kişileri toplum içinde “büyük” hayatlarıyla belirgin olmuş kişiler değildir. Büyük çoğunluğun içinde çoğu zaman bir sayı olarak yer tutan “sıradan” insanlardır. Onun için başlarına gelenler de kolayca ıskalanabilecek, gazetelerin üçüncü sayfasında, küçük bir sütun dolduracak, unutulup gidilecek şeylerdir. Bu insanlar ve yaşadıkları; o dünyalar, ortaya konulan hikayelerle, yazılınca anlamlı ve üzerinde düşünülecek hale gelmektedir. Sanatın, yazının, hikayenin gücüne borçluyuz bunu; daha doğrusu onları bir yerlerinde hepimizin kendimize rastladığımız yaşanmışlıklar haline getiren yazara...

AİLE ETRAFINDA BİREYSEL HİKAYELER

Ayrıntı ile kurulur hikaye, insanın iç aleminde biriktirdikleriyle.. Bireyseldir. Ancak o bireylerin etraflarıyla olan ilişkilerini de bir şekilde içerir. O açıdan baktığımızda toplumsaldır. Nermin Tenekeci’nin hikayelerindeki bireyler “aile” olgusu etrafındaki durumlarıyla toplumun birer ferdi olurlar. Ancak genelde onun kişileri bir şekilde yara almış, hatta bazan dağılmış bir ailenin insanlarıdır. Hikayelerin tamamına bakınca genelde zayıf, tembel ve aile sorumluluğundan yoksun “baba”lar çıkar karşımıza. Şiddete baş vurmaktadırlar. Kızınca çekip gidebilirler. Bazıları içkiye kaptırmıştır kendini, karısını aldatmaktadır bazısı da. Babalığı da kocalığı da beceremezler. Buna karşılık anneler ailenin sorumluluğunu tek başına yüklenmek zorunda kalmış çileli kişilerdir. Genelde çalışmakta, çocuklarını babasız büyütmenin sıkıntılarıyla boğuşmaktadırlar. Çocuklar problemli, dikbaşlıdır. İlk aşkına kavuşamamış kızlar, erkekler vardır. Yanlış evlilikler yapmak zorunda kalmıştır bazıları (çocuk yaşta evlilik, yaşlı biriyle evlilik vb.) Yurt dışında arada kalmış olanlar, ailesini kaybedip evlatlık verilmiş olanlar (bu durumu çok sonra öğrenince bunalıma sürüklenirler), bir türlü evlenemeyenler, evlenmiş ayrılmış olanlar.. Kardeşler arasındaki çekememezlikler, kardeşinin ölümüne sebep olduğunu düşündüğü için vicdan azabı çekenler..

Dikkat çekici bir aile yapısıyla da yazarın Mart 2024’te çıkan (kitapları Büyüyenay Yayınları arasında çıkıyor) Gülmedi Bahtım Yine’deki “Kâinât” hikayesinde karşılaşırız. Bir iş adamı olan Kerim’in düzenli bir hayatı, kendini ailesine adamış bir karısı ve çocukları vardır. İş icabı başka bir ülkeye gidip gelmektedir. Bir gün ölüverince gidip geldiği ülkede ikinci bir evi ve aile düzeni olduğu ortaya çıkar. Kainat adlı bu ikinci kadın, bir sürü bürokratik engeli aşarak Türkiye’ye gelir. Kerim’in Kainat’tan olan çocuğu ilik kanseridir ve Türkiye’deki kardeşinin ona donör olması gerekmektedir. “Ah Kavaklar” hikayesinde babasız büyümüş, genç yaşta aldatılıp terk edilmiş Hâtime hamile kalınca bebeğinin doğumu, bir sığıntı olarak bulundukları amcasının evinde, annesi tarafından gizlice gerçekleştirilir. Fakat doğumdan sonra bebeğini bir daha göremez, delirir. Anne bebeği ne yaptığını ölüm döşeğinde açıklar; kavak tarlasına götürüp gömmüştür. Hâtime gidip o tarladaki bir kavak ağacına kendini asar.

İSLAM COĞRAFYASINA DA UZANIR

Tenekeci, Gülmedi Bahtım Yine’de sözünü ettiğimiz tarzdaki hikayeler yanında, İslam coğrafyasının sorunlu bölgelerindeki insanlara ait durum ve halleri, problemleri ele alan hikayeler de yazar. “Yok Bana Bu Cihanda Bir Yer”de adı Yusuf (Joseph, Yosef, Yusuf) olan üç bebek var. Biri ülkenin veliaht prensinin oğlu olarak Londra’da, diğeri Reyna ve Robert Levi çiftinin oğlu olarak İstanbul’da dünyaya gelmiştir bu bebeklerin. İtina gösterilir varlıklarına. İlki kraliyet salonunun şapelinde vaftiz edilir, ikincisinin Brit Mila (sünnet) töreni Caddebostan Sinagogunda gerçekleşir. Üçüncü Yusuf Gazze’de Cibaliye Mülteci Kampında dünyaya gelmiştir. Yoğun bombardımana tutulan binaların yıkıntıları arasından cenazesi üç gün sonra çıkarılabilir. “Melekü’l-mevt” Suriyeli bir sığınmacının hikayesidir. “Maestro”da yine hazin bir tablo koyar yazar ortaya. Okacho, Afrikalı siyahî bir göçmendir. Sahaların “siyah inci”si olma hayaliyle gelmiştir Türkiye’ye. Bir tutunamama hikayesidir onunki de. Sahte menajerlerce kandırılıp dolandırılmış, merdiven altı tekstil atölyelerinde kaçak göçek bir işçilik hayatı olmuş, fakat pandemiyle o imkanlardan da yoksun hale gelmiştir. En son Çanakkkale Ayvacık’tan bindiği tekne, bir ölüm teknesi olur kendisine. Okacho, sadece bir sayı olarak bir gazete haberine konudur artık.

Hayat mağduru kadınların acı ilenmeleri de yer alır Nermin Tenekeci’nin hikayelerinde. Ne yapsa kendini yatıştıramayan “Gülmedi Bahtım Yine” hikayesinin kahramanı Şehriban, kocası Kadir -o da bir ayyaştır- bir kazada ölünce kendini üç çocuğuyla ortada bırakan yakınlarına içe işleyici öyle bir beddua eder ki yaşadığı acının derinliğini bu cümlelerden de okumak mümkündür.

Nermin Tenekeci’nin dil titizliğine tekrar dönerek bu yazıyı tamamlamak istiyorum. Bütünlükten kelimeye veya kelimeden metnin bütünlüğüne, ne taraftan bakarsak hissedilen bu titizliği yazar “kelimelere dokunmanın tadı” olarak adlandırıyor. Halk diline ait gibi görünen söyleyişlerin onun metinlerinde yeniden can bulması, dirilmesi, ışımasına tanıklık ederiz. Sadece kitaplarına verdiği adlara bakarak bile bunu söylemek mümkündür: Yoksa, İnsan Hatırlar, Gülmedi Bahtım Yine...




#Aktüel
#Hayat
#Edebiyat
19 gün önce