YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Bauer psikozu

III. Abant Toplantısı'nın yayımlanan sonuç bildirgesinde yer alan dördüncü maddenin yazımı şu üç aşamadan geçmiş:

1. Demokrasi ile İslâm arasında bir uyumsuzluk yoktur.

2. Demokrasi İslâm'ın hasmı ya da alternatifi değildir.

3. İslâm demokratik hukuk devletinin önünde bir engel değildir.

Bu ifadeler arasındaki farklılıklar ve değişiklikler ne sebeple veya ne tür hassasiyetlere binâen yapılmış olursa olsun sonuç değişmiyor. Madde'nin yayımlanan son hâli, Abant Platformu'ndan beklenen hizmeti yerine getiriyor; dolayısıyla tarihinin, coğrafyasının ve kimliğinin, Türkiye'nin Avrupa Birliği içerisinde yer almasına engel teşkil etmeyeceği konusunda ilgililere bir nev'î taahhütte bulunuluyor.

Türkiye'nin, mevzuâtını -hem resmî, hem sivil etkinlikler aracılığıyla- Avrupa Birliği'nin standartlarına uydurma çabaları içerisinde Abant Platformu ile Diyanet İşleri Başkanlığı'nın üstlendiği rol, hiç kuşkusuz ki çok önemli... Vatikan müzakerelerini hem resmî, hem sivil temsilcilerle sürdüren Türkiye, sonbahar hazırlıklarını da aynı kanallara tevdî etmiş görünüyor. Bu bakımdan Abant sonuç bildirgesinde siyasî merkez'in istemediği, rahatsız olduğu bir söylemin değil; bilakis siyasî merkez'in -şimdilik- istediği, hoşnut kaldığı bir söylemin seslendirildiği söylenebilir.

İşin parlatılan, cilalanan taraflarıyla bu işlere düşkün olanlar uğraşsın. Fakat meselenin ciddiyet kesbeden bir tarafı var ki o da gündelik siyasetin baskıları karşısında kolaylıkla pes eden kimi İslâmcıların, İslâm'ın yanında veya karşısında olduğu 'şeyler' hakkında neredeyse tarihe karşı hiçbir sorumluluk duymaksızın konuşmakta oluşlarıdır.

1883'de Ernest Renan, İslâm'ın bilime, düşünceye, ilerlemeye, gelişmeye karşı olduğunu, Avrupa'nın malı olan herşeye karşı horgörülülük içinde bulunduğunu söylediğinde, bu suçlama "İslâm mâni-i terakkî değildir" şeklinde cevaplanmıştı. Çünkü terakkî bizâtihi olumlu bir kavram olarak kabul ediliyor ve olumluluğu İslâm'a izafe etmekle kimse yanlış bir iş yapmış olacağını düşünmüyordu. Bugün bile ilerleme, gelişme, değişme gibi kavramlar birçok insan tarafından ne yazık ki aynı kategoride değerlendirilmekte; en düşük düzeyiyle algılanan bu kavramlarla ciddi ve köklü bir hesaplaşmaya girişmek kimsenin aklına gelmemektedir.

İsmet Özel'in Üç Mesele adlı muhalled eseri, 80 nesli için fevkalâde değerli ve sağlam bir eşik idiyse de yeterince güçlü takipçisi çıkmadı ve "Özal İslâmcılığı" birçok konuda olduğu gibi bu konuda da verimli ufukların daralmasına neden oldu. Çok sonraları Batı'dan çevrilen bilim eleştirilerini okuduklarında, eski scientist'ler farklı bir bakışaçısının ışıltısını farkettiyseler de bu ülkede bir daha Üç Mesele'nin seviyesinde meseleleri ele almak dirayeti gösterilemedi.

Şimdi de İslâmcılarımız neredeyse hep birlikte "İslâm demokrasiye engel değildir" deyip duruyorlar; hatta bazıları, "İslâm demek demokrasi demektir" sözünü sarfetmekten çekinmiyor. (Tanıdığım bir eski milletvekili, "Tanrı da demokrattır; zira kullarına kendilerine inanma-inanmama hakkı veriyor" demişti.) İşin en acı tarafı, bu terimi medyanın kullandığı anlamıyla -sokaktaki ve meydanlardaki anlamıyla- ele alıp, demokrasi'yi "modern bir dünya tasavvuru" düzleminde sorgulamayı beceremiyorlar. Nasıl bilim deyince, otomobil veya cep telefonu kullanmak, uçağa binmek, internette sörf ya da chat yapmak akıllarına geliyorsa, demokrasi deyince de "halkın halk tarafından halk için yönetimi" gibi beylik açıklamalar geliyor.

Mesele bu düzeyde ele alınınca, "istibdadın, kaba kuvvetin, baskı ve dayatmanın savunucusu" suçlamasıyla karşılaşmak istemeyenler ister istemez retoriğe sığınıyorlar ve duruşlarını derinleştiremiyorlar. Bu felsefî sığlık, İslâmcıların eleştiriyi günlük siyasetin sınırları dışına taşıyamamalarına da yol açıyor. Dün "İslâm mâni-i terakkîdir" deyip terakkî (progress) kavramıyla hesaplaşmaktan kaçınıldığı gibi; bugün de "İslâm mani-i malayânîdir" deyip modern bir dünya tasavvuru olarak demokrasi kavramını sorguya çekmekten kaçınılıyor. (Bu tutum nedense bana J.J. Rousseau'dan veya Heidegger'den söz edip onların bilim ve demokrasi'ye yönelik köklü karşıtlıklarından habersiz olan felsefe-severlerin naif retoriğini hatırlatıyor.)

Diyecek birşey yok; tamı tamına, tevbenin fayda vermeyeceği bir Bauer psikozu!


1 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Dücane Cündioğlu

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...