| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Yargısız infaz kararnamesiNecdet Sezer kararnameyi imzalamadı. Bu eylem, demokrat kalemleri, otoriter olanlardan ayırt etmemize de yaradı. Gazeteler hemen renklerini belli etti: Kartel'in özgürlükleri savunan iki gazetesi, Radikal ve Yeni Binyıl beklenilen başlıklarla çıktı: "Siyaset değil hukuk... "Sezer baskılara boyun eğmedi. İrtica kararnamesini dün hükûmete geri göndererek bir kez daha hukuktan yana tavır koydu" (Yeni Binyıl - 9 Ağustos 2000) "Bak hükûmet, işte bu hukuk... Köşk memura kolay ihraç kararnamesini hükûmete iade etti" (Radikal - 9 Ağustos 2000) Ve tabii, Yeni Şafak ile Akit'ten de, Cumhurbaşkanı'na alkış vardı: Akit, "İşte Sezer farkı" manşetini atmış, Yeni Şafak ise "Artık hukuk var" diyerek desteğini belli etmişti. Öbür gazeteler genelde, yorumsuz çıktı... Hürriyet'ten Ertuğrul Özkök, Çankaya'da 28 Şubat'ın sona ermesini, belki de en fazla içine sindiremeyen köşe yazarıydı. Diğerleri Cumhurbaşkanı'nın, meselenin özüne karşı olmadığını hatırlatarak, hükûmete, kanunla işi hal etmesi tavsiyesinde bulunuyordu. Sezer'in gerekçesi
Necdet Sezer doğru olanı yaptı. Çünkü, 1- Anayasa Mahkemesi kararlarında, Kanun Hükmünde Kararnameler'in, acil hallere, beklemeye tahammülü olmayan, zorunlu durumlara münhasır olduğu, aksine bir davranışın yetki devri anlamına geleceği belirtiliyor. 2- Gene Anayasa Mahkemesi'nin kararlarına göre, Kanun Hükmünde Kararnameler, Yetki Yasası'nın sınırı dışına çıkamaz. Yetki Yasası'nın öngörmediği bir konuda düzenleme yapamaz. 3- Anayasa'nın 91'inci maddesi, Anayasa'nın ikinci kısmının birinci ve ikinci bölümlerinde yer alan temel haklar, kişi hakları ve ödevleri ile, dördüncü bölümünde yer alan siyasi haklar ve ödevlerin, Kanun Hükmünde Kararname ile düzenlenemeyeceğini öngörüyor. "Kamu hizmetine girme hakkı, katılım hakkı bir siyasi haktır. Hizmete alınmada, görevin gerektirdiği niteliklerden başka ayırım gözetilemez kuralı ise onun tamamlayıcısıdır" (Mümtaz Soysal - Hürriyet - 8 Ağustos 2000) Anayasa'nın "suç ve cezalara ilişkin esaslarını" belirleyen 38'inci maddesi, ceza ve ceza yerine geçen güvenlik tedbirlerinin ancak kanunla konulacağını belirtiyor. Memuriyetten çıkarma, emeklilik hakkını kaybetme gibi işlemler ceza sayılabileceği için, düzenlemenin Kanun Hükmündeki Kararname ile değil kanunla yapılması gerekiyor. 657 sayılı kanun
Bütün bu sebeblerden dolayı Necdet Sezer, kararnameyi geri çevirmiştir. Kaldı ki, Cumhurbaşkanı'nın da ifade ettiği gibi, 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125'inci maddesi, bugünkü haliyle de, Hizbullahçı terör örgütüyle irtibatı olanları, devlet memuriyetinden atmaya müsaittir. 125'inci maddede "ideolojik ve siyasi amaçlarla kurumun huzur ve sükûnunu bozanların devlet memurluğundan çıkarılacağı" belirtiliyor. Cinayet örgütü üyeleri, -gerçekten böyle bir çetenin içindeyseler- kolayca kapının önüne konulabilir. Ama, ortada delil yoksa, sırf bir iddia veya iftiraya dayanarak elbette, memuriyetle ilişkileri kesilemez. Disiplin yönetmeliği
Son günlerde YÖK Disiplin Yönetmeliği'nden sık sık söz edildi. Bazı olayları hatırlatalım. Böylece "yargısız infaz" yasallaşırsa herkes başına gelebilecekleri iyice görsün. Van Üniversitesi öğretim üyesi Dursun Odabaş, elele eylemine katılan genç kızların yanına gitti; kendi iddiasına göre sadece oradan geçiyordu. Üniversite ise, başörtülü genç kızlara bilerek destek verdiğini ileri sürdü. Odabaş -o tarihte henüz yenisi çıkmadığı için- YÖK Disiplin Yönetmeliği'nin 11/a maddesinin eski şekline dayanarak Üniversite'den atıldı. (11/a: İdeolojik veya siyasi amaçla kurumun huzur sükûn ve çalışma düzenini bozanlar, boykot, işgal, engelleme vs. yapıp, bunları tahrik ve teşvik edenler, yardımda bulunanlar ... üniversite öğretim mesleğinden ve kamu görevinden çıkarma cezasına çarptırılır.) 7 Kasım 1998 tarihli Resmi Gazete'de yayınlanan yönetmeliğin değiştirilmiş şeklinde ise, kamu görevinden çıkarma cezasını gerektiren fiillere, "Cumhuriyetin niteliklerinden herhangi birini değiştirme veya ortadan kaldırmaya yönelik eylemler yapmak; ideolojik, siyasi, yıkıcı, bölücü amaçlarla eylemde bulunmak veya bu eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur sükûn ve çalışma düzenini bozmak" gibi hususlar da ilave ediliyordu. Prof. Ağırakça
Disiplin Yönetmeliği'nin bu yeni şekli, İstanbul Üniversitesi öğretim üyesi Prof. Ahmet Ağırakça'ya uygulandı. Ağırakça, Özgür Düşünce ve Eğitim Hakları Derneği'nin kurulması sebebiyle kürsüye davet edilince şu konuşmayı yapmıştı: "Hayırlı olsun, düşünce özgürlüğünden yana olan herkesin meşru zeminlerde örgütlenip bir sivil toplum kuruluşu olarak çalışabilmesi anayasal haktır. Eğitim ve düşüncede özgürlüğü gerçekleştirmek için örgütlenme özgürlüğü de, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nin ilgili maddesinde kabul edilmiş temel bir haktır" Prof. Ağırakça kendisine atfen Akit gazetesinde yayınlanan bazı cümlelere ise itiraz ediyor, "yıkılmayarak mücadelelerini değişik zeminlerde sürdüren başörtülü kızlarımızı tebrik ediyorum" sözlerini sarfetmediğini belirtiyordu. Aslında özgür bir ülkede, bir öğretim üyesi başörtülü genç kızların okuması gerektiğini de savunabilirdi. Prof. Ağırakça, sırf, başörtü mağdurlarını destekleyen bir sivil toplum kuruluşuna, "çalışmalarınız hayırlı uğurlu olsun" dedi diye, YÖK Disiplin Yönetmeliği'nin 11/b maddesinin 1 ve 12'nci bentleri gereği memuriyetten (Üniversiteden) atıldı. Ve belediyeler dahil bir başka kamu kuruluşunda çalışması yasaklandı. (11/b-1: "Cumhuriyetin niteliklerinden herhangi birini değiştirmeye veya ortadan kaldırmaya yönelik eylem yapmak, ideolojik, siyasi, yıkıcı amaçlarla eylemlerde bulunmak veya eylemleri desteklemek suretiyle kurumların huzur ve sükûn ve çalışma düzenini bozmak..." 11/b-12: "Yüksek öğretim kurumlarının çalışmalarını sekteye uğratacak nitelikte bir disiplin suçuna, üniversite öğrencilerini veya mensuplarını teşvik veya tahrik etmek") Ecevit, Hizbullahçılar'ın memuriyetle ilişkisinin kesilememesinden yakınıyor. Ama görüldüğü gibi, başörtüsünü savunan bir derneğe "hayırlı uğurlu olsun" dediği veya elele eylemi sırasında yoldan geçtiği için öğretim üyeleri üniversiteden atılabiliyor. Telefon memuresi
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'nde çalışan başörtülü telefon memuresi Züheyla Zeybel de, eski yönetmeliğin 11/a maddesi gereğince, kamu görevinden çıkarılmıştı. Danıştay 8'inci Dairesi, Züheyla Zeybel'e YÖK Disiplin Yönetmeliği'nin 5/g maddesine göre önce uyarma cezası verilmesi icab ettiğini belirtmiş, ama Danıştay İdari Dava Daireleri Genel Kurulu, başını örten kadın memurenin, Disiplin Yönetmeliği'nin 11/a bendindeki suçu işlediği "ideolojik veya siyasi amaçla, kurumun huzur ve sükûnunu bozduğu" hükmüne varmış, İdare'nin işlemini hukuka uygun bulmuştu. Demek bırakınız Hizbullah gibi bir terör makinasının ferdi olmak, tek başına başörtüsü takmak bile, memuriyetten atılmak için yeterli olabiliyor Türkiye'de. Yazımızın başında da belirttik: 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu'nun 125'inci maddesi de YÖK Disiplin Yönetmeliği'ne benzer hükümleri ihtiva ediyor. Başörtülüleri ideolojik ve siyasi amaçla kurumun sükûnunu bozuyor diye işten atanlar, acaba neden bugüne kadar "Hizbullahçılar" ve "katiller" hakkında işlem yapmadılar? Şekil ve esas
Necdet Sezer, düzenlemenin özüne karşı olmadığını söylüyor. Yukarıda verdiğimiz bir kaç örnekle, yargısız infazın nasıl uygulanabileceğini göstermek istedik. Böyle bir yasa Meclis'ten çıkmaz. Eğer çıkarsa, bu millet sebep olanların ipini sandıkta çekecektir. Farzedelim ki, böyle bir yasa Meclis'ten çıktı; başkan yardımcısının Yahudi olduğu gerekçesiyle Cumartesi günleri çalışmamasına göz yuman bir Amerika'ya, Türkiye'deki durumu nasıl izah edeceğiz? Bakarsınız onlar da bizden esinlenmişler 2 müfettiş raporuyla Josehp Lieberman'ı görevden el çektirmişler!!!
nilicak@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|