YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Diyanet Vakfı ile Yüksek Din Kurulu

Başbakan Ecevit'in din konusundaki açıklamaları ile, Diyanet İşleri Başkanlığı'nın son bir aydır takındığı tutum bir arada değerlendirilince, ufuk biraz daha aydınlanıyor sanki. Türkiye din konusunda ciddi bir çıkış arayışı içinde kıvranıyor!.. Bunu bir yerlere not edin.

Bu çıkış sırf iç kamuoyunda hasıl olan muzâyakayı aşmak amacını taşımıyor. Bilâkis Batı ülkelerinde on yıldır hüküm süren "terörist İslâm ve fundemantalizm" suçlamaları karşısında köşeye sıkışmış bir çaresizliğin, telâfi arayışları anlamına da geliyor. Bu "yeni dalgayı" iyi izlemek, künhüne vâkıf olmak ve ondan sonra yargılamak lâzım. Fili tarife kalkışan âmâların haline düşmemek ve ileride kendi kendimizi tekzip durumuna varmamak için, bu küçük hatırlatmayı yapmak ihtiyacını duyuyorum.

Zaman bir ilaç mı ne?

Bu hatırlatmanın esbâbı mucibesi de, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde gizli. Bu ülkede bir takım mihraklarla (içeride ve dışarıda) bağlantılı, karnından konuşan hangi sınıflar varsa; Sezer'e en çok onlar muhalefet etmemiş miydi? O sırada, İslâmî bazı kesimler de dahil, bozuk bir koro halinde, Küskünler Harekâtı'nın yeni bir versiyonu ile karşı karşıya bırakmadılar mı bizi?

Peki şimdi, Sayın Sezer'in alkışçılar korosu kimlerden teşekkül ediyor? Dünkü günün aşırı muhalifleri değil miydi bu sınıflar?

Bu örnekleri dilediğiniz kadar çoğaltabilirsiniz. Ama kimin ne yaptığını, ne söylediğini, krizli durumlar karşısında takınılan tahrikçi tavırları iyi izleyin kâfi!.. Bunun daha sıcak ve somut bir örneği daha var. Ama yüzlerin kızarmaması için onu hatırlatmayı fazla buluyorum. O konuda şimdi herkes ağzına fermuar çekti görmüyor musunuz?

Büyüyen Türkiye'de dînî politikalar

Şimdi buradan, Diyanet ve Vakıf meselesine yeniden dönmek istiyorum. Türkiye'nin, hem de bir ihtilâl döneminde, Diyanet Vakfı gibi bir kurumlaşmaya gitmesindeki hikmeti anlamayan bazıları, lâf u güzafla vakit geçiriyorlar. Cumhuriyetin ilk yıllarında, Diyanet'le Vakıflar İdaresi'ni birbirinden ayıran şartların doğurduğu boşluğu telâfi denemesi anlamına gelen bu uygulama, şimdi her nedense meçhûl bazı çevreleri rahatsız ediyor. Vakfın büyümesi bu çevrelerde ürkütücü tesirler üretiyor. Bütün mesele burada. Ama yağma da yok tabii ki.

Ama unuttukları bir husus var: Türkiye'nin geldiği son nokta, özellikle 90'lardan sonra blokların ortadan kalktığı bir durumda, bu ülkenin geniş bir coğrafyaya karşı duyduğu sorumluluklar, her geçen gün daha bir artıyor. Önce Avrupa'daki işçilerle başlayan dışa açılma, şimdi kademe kademe Balkanlar'a, Orta Asya'ya, Kafkaslar'a ve Rusya içlerine yöneliyor. Yani her geçen gün büyüyen Türkiye; tarihî, coğrafî, dinî ve kültürel sorumluluklarının şuuruna eriyor.

İçeriye karşı ziyadesiyle bîgâne kalsa da Türkiye, dışarıya açılmasının ekonomi ve güvenliğin yanısıra dinle, dinî eğitim ve kültürün ihyâsıyla mümkün olabileceğinin yavaş yavaş farkına varıyor. Ama son derece mahcûp bir dil ile!.. İmajı yumuşatılmış İslâmî anlayışların öne çıkarılmasının bir sırrı da burada yatıyor. Saraybosna İslâm Şûrâsı, kuşkusuz bu anlayışın bir ilk denemesi mesâbesindedir. Liberal ve muhafazakâr basın tarafından, "reform çığırtkanlığı" ile boğulmak istenen bu yeni tutumun, ilerideki gelişmesinin nasıl olacağıdır asıl önemli olan!.. Benim asıl merak ettiğim ve künhüne vâkıf olmak istediğim husus da burası!.. Bilmem anlatabildim mi?

Hal böyle iken, Diyanet Başkanı Sayın Yılmaz'a buradan soruyorum: Bunu deneme sorumluluğunu üzerinize almak ister misiniz? Lûtfen net cevap!..

Ben bu sorunun, Sayın Yılmaz'ı ürküteceğinden eminim. Böyle bir deneme Diyanet'i, 1923 öncesinde olduğu gibi, Şer'iye vekâletinin seviyesine yükseltir. Ve Türkiye şimdilik, bu tür bir uygulamaya hazır değil. Fakat Vakıf üzerinde, Başkan'ın inisiyatifsizliği de kabul edilebilir birşey değil. Onun için hem Vakıf mütevelli heyetinin, hem Diyanet'in, muallaktaki bu soruna behemehal bir çözüm üretmeleri gerekiyor.

Krizin çözümü için!..

Vakıf Mütevelli heyetinin de, ortaya çıkan büyüme karşısında biraz olsun ayakları titremelidir. Çünkü bu vakıf, vakıf mütevelli heyetinin, şahsî emvâlinin vakfedilmesi ile ortaya çıkmadı. Ammenin emânet malıdır vakıf. Bu emanet de mütevelli heyetin üzerindedir. Dolayısıyla, herhangi bir ihtiras hissi üretmek kadar tehlikeli bir durum düşünülemez.

Burada benim aklıma gelen; Diyanet İşleri Başkanı'nın başkanlığında, Vakıf Mütevelli Heyeti ile Diyanet'e bağlı Din İşleri Yüksek Kurulu üyelerinin, vakıf ve din hizmetlerini yıllık programlar dahilinde müştereken planlamalarıdır. Din İşleri Yüksek Kurulu üyeleri, Başkan'ın memuru ve bürokratı olmadıkları için, vakıf mütevelli heyeti de zaten bağımsız kişilikler oldukları için; bu yoldan daha uzun vadeli, ihtiyaçlara mebnî hizmet planlamaları gerçekleştirilebilir diye düşünüyoruz. Bu yoldan hem vakfın yönetim sorumluluğu paylaşılmış olur, hem Diyanet tatmin edilir, hem de kriz tacirlerinin ekmeğine yağ sürülmemiş olur.

Hem ayrıca da, Diyanet Başkanı'nın şahsını yıpratacak tehlikeli bir uygulamaya meydan verilmemiş olur. Sırf bu mu? Elbette hayır!.. İleride doğabilecek kamulaştırma riskleri de bütünüyle ortadan kalkar.

Buyurun Sayın Yalova, Sayın Yılmaz ve Sayın Altıkulaç!..


10 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Özlem Albayrak

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...