YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Türkiye'nin depremle imtihanı

Bir yılın ardından hâlâ korkunun, acının, hasretin, yarına olan güvensizliğin hakim olduğu bir iklim yaşanıyor. Kimin eliyle yapılacaksa o, rehabilitasyon denen şey, gereğince yapılamadı ve deprem mağdurlarının içi durultulamadı... Ya o sivil örgütlerin taşıdığı, her şeye rağmen, suçlanmaya, dışlanmaya, tehdit kapsamında değerlendirmeye rağmen taşıdığı şefkat damarı da olmasaydı...

Bu çerçevede, geçen bir yılın içinde parlayan, yürek ısıtan ışıklardan birisi olarak Deniz Feneri Derneği'nin çırpınışlarını görmemek mümkün değil... Çocuk Vakfı'nın deprem çocuklarına bir tebessüm taşımak için gayretlerini... Diğer sivil örgütlerin çabalarını...

Korku silinmedi yüreklerden. Depremden bir şekilde etkilenen herkes, bir yenisinin sarsıntısı içinde yaşıyor. "O anı yaşayan bilir" diyor hepsi de... Ayakların yerden kesildiği, tutunacak hiçbir şeyin kalmadığı, sadece yakarışlara sığınıldığı an... O an, yokluyor sık sık yürekleri... Hele İstanbul gibi, deprem hinterlandında bulunan şehirde, korku, sinsi bir duygu halinde yokluyor yürekleri...

Acılar, dünkü gibi taze. Hasret yumağına sarılmış acılar, bir annenin, bir babanın, ağabeyin, ablanın, kardeşin hasreti hâlâ dağlıyor yürekleri... Bitmez bu hasretler... Yıllar sonra gelir ve dağlar yeniden... Karanlıklar içinde son bir bakış, son bir çığlık, son bir dua, son bir veda... "Gitti gelmez bahar yeli, şarkılar yarıda kaldı..." Birlikte söylenen şarkılar, paylaşılan güzellikler nerede? Ara ki bulasın. Yürekler nasıl da kavrulur böyle durumlarda... Takılacak bir kardeşin olsun istersin... Kavga edecek bir eşin... Elini öpecek bir büyükbaban, anneannen, babaannen...

Mezarlıklar bir ukde, bulunamayan cesedler bir ukde... Düğüm düğüm acılar...

Arkadaşların gitti öyle mi? Ah, ne yakıcıdır sırada birlikte oturduğun sırdaşını arayıp da bulamamak yerinde...

Çadırda eğitim ve sınav paniği... Bölge olarak üniversite sınavlarında ilk onlardan 40'ıncı sıralara düşüş...

Enkaz henüz kaldırılamamış. Sanki yüreklerin üzerinde yığılı duruyor dağ gibi harabe evler.

Ve 24 metrekarelik prefabrik evlerde, dön, dolaş, kıvrıl... Koca bir aile... Mahremiyetlerinin üzerine sünger çekilmiş bir hayat. "Babamla tartıştığımda öteki odaya geçerdim, diyor delikanlı, şimdi tartışıp akşama-sabaha kadar yüzyüze oturmak zorundayız." Bu duyguyu anlamak olmalı rehabilitasyon!

Depremde işini kaybedene iş... Müthiş soru... Eve ekmek getirecek bir baba olamamak! "Beyim, oğlumun istediği bebeği alamadığı için ağlıyor" diyor bir anne. İşi-gücü-serveti ile yatıp, müflis, bir lokma ekmeğe muhtaç kalkan milyonlar... Geçen bir yıl içinde bu korkunç gerçeği değiştirecek bir adımın atılamamış olması... Deprem sınavında eksi puan.

Anneler. Deprem bölgesinin anneleri... Yüreği yangın yerine dönmüş beyleri, paniklerini atamamış çocukları arasında dünyanın en başarılı rehabilitasyon operatörü olmak zorunda olan anneler... Evin direğini ayakta tutmak onların işi... Onlar hiçbir şekilde yenilmemeli, yıkılmamalılar... Beylerinin gözyaşlarını göstermemeliler çocuklarına... Yemekler pişmeli, banyolar olmalı, ev temizlenmeli, su gelmeli, ekmek için kuyruğa girilmeli, deprem yıkıntıları arasında gerekirse paramparça olunmalı ve her şeye rağmen yüzdeki tebessüm kaybolmamalı...

Kalıcı konutlar kışa yetişecek mi yetişmeyecek mi?

Kalıcı konutlar ihtiyaca kâfi gelecek mi gelmeyecek mi?

Kışa yetişmeyecek ve ihtiyaca kâfi gelmeyecek; bu ayan-beyan belli.

Yani yağmur, çamur ve soğuk bir kere daha üzerlerinden geçecek deprem çocuklarının...

Eksi puan.

Depremle hesaplaşmada geçen bir yıl içinde hiçbir şey yapılmadı değil, şüphesiz. Ama çok şey de yapılmadı. En azından, Erkan Bebek tarafından burnu tutulacak bir devlet imajı verilmedi... Belki de rehabilitasyon için en gerekli olan oydu. Sanki orada, deprem mağdurlarının hemen yanıbaşında yatıp kalkıyormuş, sanki deprem yaralarının acısını birlikte yaşıyormuş gibi bir devlet ilgisi-şefkati hissedilmedi. Bir yılın ardından önüne mikrofon uzatılan her deprem mağdurunun sözünde sitem ve ilgi-şefkat arayışı saklı ise, depremle imtihanda bir şeylerin eksik kaldığı muhakkak.

MAZHAR OSMAN OLSAYDI

KHK gerilimi, bir noktada hukuk tartışmasına dönüştü. Sezer'le Ecevit arasında "Kimin hukuk gerekçeleri daha güçlü?" sorusu gündeme girdi. Malum, gerekçeler gelip gidiyor. İş bu noktaya gelince, rahmetli Ayhan Songar Hoca'nın anlattığı bir anekdotu hatırlamamak mümkün değil.

Türkiye'de psikiyatrinin babası sayılan Mazhar Osman, birisiyle tartışmaya girmiş ve adam ona "Sen ruh hastasısın" diye hitap etmiş.

Bunun üzerine Mazhar Osman gayet sakin şu cevabı vermiş:

-Senin bana ruh hastası demenin fazla bir kıymet-i harbiyesi yok, ama ben sana ruh hastası dersem, işte o zaman işin zordur.

Lise tahsilli Ecevit, Anayasa Mahkemesi eski Başkanı'yla hukuk tartışmasına girince ve hatta ona Anayasa ve hukuk öğretmeye kalkınca böyle bir anekdot hatırlanmaz mı?


17 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...