YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Umutsuzluğa mahal yok

Türkiye'nin büyük bir bölümü, depremi, hiç hissetmediği merkez üssünden uzak bölgelerde duydu; neredeyse bütünüyse, sarsıntı gecenin ileri bir vaktinde meydana geldiği için, derin uykudaydı... Ben az sayıdaki istisnalardanım: O gece, ileri saatlere kadar sürmüş İstanbul'daki bir dost dâvetinden, Eskihisar-Topçular feribotuyla geçtiğim Yalova'da, meydandaki Atatürk heykeline bir kaç yüz metre kala, otomobil direksiyonunda yakaladı deprem beni... Ailem, kalabalık bir misafir grubuyla birlikte, Çınarcık'ın bir köyündeydi... En fazla yarım saatlik yolu saatler boyu kat edemedim; televizyonların zihinlere kazıdığı o 'mahşer günü' manzaralarını, olduğu sırada gördüm, dehşeti 'içinden' yaşadım...

Zaman, en derin acıları dahi gidermenin ilâcı olarak bilinir; ancak bir yılı geride bıraktığımız şu sıralarda depremin acıları hâlâ taze. Şu satırları depremin en fazla etkilediği bölgeden, insanın ve doğanın çaresizliğini en fazla hissettiren 'içinden' bir ortamda yazıyorum. Geçici evler depremzedelere başlarını sokacak bir barınak teşkil ediyor, ama hepsine değil; hâlâ çadırlarda yaşayanlar var... Bir yılı zor şartlarda geçirenler, 'kalıcı mesken' umutlarını ayakta tutamayacak kadar bürokrasi yorgunu görünüyorlar...

Depremin akabinde ortaya çıkan 'âciz devlet' manzarası bugün belki gözlerden saklanabiliyor; ancak depremin en fazla sarstığı bölgelerde yaşayanlar 'yalnızlık' duygusundan bütünüyle kurtulmuş değiller. Ticari hayat durmuş görünüyor, yerel yönetimler çaresiz, kendisini en fazla hissettiren ise bürokrasi... Kimi deşseniz, anlatacak bir bürokratik kargaşa hikâyesi oluyor. 17 Ağustos 1999 sabahı enkaz altındakileri kurtarmak için örgütlenemeyen devlet, 17 Ağustos 2000 günü insanlara güven veremiyor, geleceğe umutla bakılmasını sağlayamıyor...

Henüz kaç kişinin depremde hayatını kaybettiği tam bilinemiyor. Her yerde kayıplarını arayanlar var, bir yıl sonra bile... Bölge nüfusu göçlerle azaldı, bu da ekonominin büyük darbe yemesi anlamına geliyor. İş hayatı durdu, esnaf kan ağlıyor; buna karşılık, umutları yeşertecek, canlılık getirecek projeler ortalıkta yok...

Elbette, halkta psikolojik rahatsızlıklar hayli yaygın; geceleri uyuyamayanlar, sık sık yataklarından fırlayanlar var. Ruhlar yaralı. Bu da, sosyal doku üzerinde, ailelerin çözülmesine kadar giden etkiler yapıyor. Çok uzun sürmüş 'yeni deprem beklentisi tartışmaları' tartışan bilimadamlarını mutlu etmiş olabilir, ancak o tartışmaları pür dikkat dinlemiş depremzedeler üzerinde kalıcı olumsuzluklar bıraktığı kesin...

Deprem bölgesinde ekonomiyi canlandıracak, insanların umutlarını artıracak yeni programlar geliştirilmesi gerekiyor. Terk edenleri geri getirmek mümkün olmasa bile, kalanları huzura kavuşturacak, yeni ilgiler doğuracak güvenli açıklamalara ihtiyaç var. Kaldığım köydeki komşularım, tek bir kiremiti bile kaymamış evlerinde, bir yıl önce elleriyle yaptıkları, aylar boyu içinde yattıkları çadırları hâlâ muhafaza ediyorlar...

Türkiye, devlet olarak, 17 Ağustos depreminde iyi bir sınav vermedi; ancak, devlet, ilk anda yaşadığı şaşkınlığı üzerinden atıp görüntüye önem veren "Ben varım" refleksini bulmakta zorlanmadı. Devletin bıraktığı boşluğu ilk andan itibaren dolduran sivil girişimler aynı refleks yüzünden geriye itildiler. Allah korusun, benzer bir felâket durumunda, kurtarmak için heyecanlanacak bir 'AKUT' olacak mı, gıda maddeleriyle doldurduğu kamyonetiyle yara sarmaya koşanlar yine hareketlenecek mi? Galiba, bir çok bakımdan, bir yıl öncesinden daha karamsar olmamızı gerektiren bir durum söz konusu...

Bunun sebebi de, kendi halkına güvenmeyen, hantal devleti kıpır kıpır toplumun önüne koyan o ilkel anlayış. Aylar süren soruşturmalarla atadığı memuru, 'irticaya veya bölücülüğe bulaştığı' vehmiyle sorgusuz sualsiz yerinden etmek isteyen anlayış, depremin yaralarını sarmakta da sarsak davranacaktır elbet. Anayasa Mahkemesi başkanlığından Çankaya Köşkü'ne çıkan cumhurbaşkanını 'rejim hassasiyeti' sınavına tâbi tutan, 'hukuk devleti' kavramından ürken, "Cumhurbaşkanı olan hukuku göz ardı etmeli" diyebilen, ancak binaların depreme dayanıklı inşasını sağlayamayan, müteahhitler arasında kayırmacılık yapan anlayış, pekâlâ sıyrıksız da atlatılabilecek bir yer sarsıntısında 30 bin kadar insanımızı kaybettirmedi mi?

Bir yıl önce, 17 Ağustos sabahı, "Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak" diyenler kısa vâdede yanıldılar; ancak umutsuzluğa kapılmayalım: O köhne anlayışın çirkin yüzü sırıtmaya başladığına göre, değişim beklentisi de uzun vâdede gerçekleşecek demektir...


17 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Fehmi Koru

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...