YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

 

 

Depremde, devletin fotoğrafı çekildi!.

Geçen yıl bu vakitlerde yitirdiğimiz 40 bini aşkın, deprem kurbanı yurttaşımızı rahmetle anıyoruz..

Eğer deprem kuşağı üzerinde olduğu bilinen bölgelerde, inşaatlardan önce zemin etüdleri yapılabilseydi.. İnşaatlar, depreme dayanıklı biçimde olsaydı.. Kurtarma konusunda, eğitimli ve hazırlıklı olunsaydı.. Belli ki, bu yurttaşlardan çoğu şimdi hayatta olacaktı..

Hani uçak yolculuğundan korkan koltuk komşusunu, diğer yolcu sakinleştirmek istemiş..

- Merak etme.. Ecelin gelmediyse, hiçbirşey olmaz, demiş..

Koltuğunda titreyen uçak yolcusu, acı acı gülmüş.. Dişlerini sıkarak cevap vermiş..

- Ya pilotun eceli geldiyse ne olacak?

17 Ağustos depremi "Batı"da olduğu için, daha önceki "Doğu depremleri"nde de görülen ama medyaya yansımayan aksaklıklar, bütün açıklığı ile fark edildi..

Bu facianın tek sorumlusu "doğa" değildi.. Faciada, "pilotaj hatası" veya "devlet zaafı", çok fazla pay sahibiydi..

Öyle olmasaydı, "Kızılay"ın ipliği, 1'inci Dünya Savaşı kalıntısı çadırlarla, pazara çıkar mıydı?

Daha da dramatik olgu, Türk-Yunan ilişkilerinin, depreme endeksli olarak yumuşaması değil miydi?

1950'lerin ortasından başlayarak, Türk-Yunan ilişkilerini, bir "savaş ihtimali"ne kilitledik.. Anlaşmazlık konularını uzlaşıp çözecek yerde, dış politikamızı "milli davadan taviz vermeyiz" çizgisine bağladık..

Ve bir "deprem dayanışması" sonunda, Türkiye ile Yunanistan "dost ve kardeş" oluverdi..

Demek ki "devlet"in dış politikası da, imar politikası kadar hastalıklıymış..

Türk-Yunan dostluğu, bölge ve halklar için, böylesine gerekli bir olaydı madem..

O zaman, ille de bir deprem olması mı lazımdı, bu gerçeği anlamak için?

Kıbrıs'ın Türk kesimindeki sağlıksız ekonomik ve siyasal yapıyı eleştirebilmek için, 17 Ağustos depreminin olması ve buna bağlı olarak Türk-Yunan yakınlaşmasının başlaması mı gerekiyordu?

17 Ağustos depremi, "hukuk ve adalet" kavramlarındaki zaafı da açığa çıkardı..

Depremle yıkılan konutların hesabı, kamuoyunu tatmin etmek için, sadece Veli Göçer adındaki "Pazarlamacı"dan sorulur gibi sunuldu..

Yıkılan sitelerin yapımcıları olan inşaat şirketlerinin isimleri bilindi.. Ama bunlar sorumlu sayılmadı..

Deprem sonrasındaki kargaşa ve ertesinde başlatılan kurtarma çalışmaları ile, devletin çeşitli kurumları, bölge halkı tarafından sınandı.. Pekçok kötü not verildi bu sırada..

Ve aradan bir yıl geçtikten sonra, kalıcı konutların yapımı için, daha yeni harekete geçildi.. Aradan geçen aylar boyunca, çadır kentlerdeki yangınları, bölge insanının yağmur ve soğukla boğuşması haberlerini izledik..

Hükümet, Demirel'in görev süresinin uzatılması konusunda gösterdiği kararlılığı, depremzedelerin yaralarını sarmak konusunda, sergileyemedi.. Olay, sadece "yeni vergiler salmak" biçiminde yansıtıldı topluma..

En acıklısı da, deprem bölgesinin, Amerikan Başkanı Clinton'ın ziyareti sırasında yaşadığı sahnelerde gizliydi.. Bu sahnelerin yansıttığı duygu, medyaya "neden bizim politikacılarımız da böyle değil" ifadesi içinde yansımadı mı?

Depremde canlarını yitirenlere rahmet, devletin yetersizliğini görenlere de, sabır diliyoruz.

ŞAKA

İstanbullu Ankaralılar..

Demek sorun "randevu krizi"nden kaynaklanmıyormuş.. Demek ülkenin Cumhurbaşkanı, ülkenin Başbakanı ile görüşmekten kaçmıyormuş..

Peki o zaman, ayıp ve yazık olmadı mı, bazı gazetelerin manşetlerine?

Sezer'in İstanbul'a gelmesini yadırgayan İstanbul basını, Ecevit'in "Ankara"ya bağımlılığı konusunda, bakalım neler döktürecek bundan sonra?

CANLILAR

Baş ve kuyruk ilişkileri üzerine..

Bahar gelince solucan kış uykusundan uyanmış.. Başını topraktan çıkartıp, güneşe karşı gerinmiş.. Bir bakmış ki, hemen arkasında bir solucan daha, güneşe karşı, toprağın üzerinde salınıp, geriniyor..

Öksürmüş.. Cilveli bir sesle, arkasındaki solucana seslenmiş..

- Ne kadar güzelsiniz.. Sizinle arkadaş olabilir miyiz?

Arkadaki solucan terslemiş onu,

- Aptal.. Ben senin kuyruğunum, demiş..

İnsan ilişkilerini, diğer canlıları kullanarak anlatmak, Esop'tan La Fontaine'e kadar uzanan bir dizi yaratıcı beynin, uğraş alanı içindedir.

Onlar şimdi yaşayıp, yine yazmakta olsalardı, bazı ülkelerde (mesela Pakistan'da), devletin başı ile kavgaya giren, devletin diğer organları hakkında, kimbilir ne tür öyküler üretirlerdi..

"Devleti korumak" için, "devlete darbe yapan" veya "Devlet krizi"ni önlemek için devletin başı ile gerginlik yaratan canlılar, iki âlemde de öykülere konu olmuştur..

Ama "siyaset" yazarken, "edebiyat"a dalmanın da, pek âlemi yoktur..


17 AĞUSTOS 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Mehmet BARLAS

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...