YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

"Ölüm"süz çözüm

Cezaevindeki ölüm oruçları konusunda söz söylemek her gün biraz daha zorlaşıyor. Bir yerde sözün bittiği noktaya doğru hızlı bir gidiş söz konusu. Oysa "ölüm"süz çözüm üretmek o kadar hayatî ki...

"Ölüm"süz çözüm için şüphesiz ilk söz Adalet Bakanlığı'na söylenmeli. Bakanlık, bu noktada bazı adımlar atıyor. Meselâ Terörle Mücadele Yasası'nın 16. maddesi değişmeden F tipi cezaevlerine naklin gerçekleşmeyeceğini bildiriyor. Bu madde, "bu kanunun kapsamına giren suçlardan mahkûm olanların cezalarının tek veya üç kişilik oda sistemine göre inşa edilen özel infaz kurumlarında infaz edileceğini, bu kurumlarda açık görüş yapılamayacağını,hükümlülerin birbirleriyle irtibatına ve haberleşmelerine engel olunacağı" öngörüyor. F Tipi cezaevleri de, bu hükümlülerin infazına göre inşa ediliyor. Açlık grevleri ise, bu cezaevlerinin mahkûmların uzun sürede tecrid ortamında kalmanın getirdiği yıkımla öleceğini belirtiyorlar. Adalet Bakanlığı F Tipi cezaevlerinde ısrar ediyor ama, mahkûmların ve ailelerinin tepkilerini dikkate alıp, bu tecrid ortamını hafifletmek amacıyla TMY'nin söz konusu maddesinde değişiklik yapma, değişiklik yapılıncaya kadar da F Tipi cezaevlerine mahkûm naklini erteleme sözünü veriyor.

Peki F Tipi'nde neden ısrar ediyor?

Bakanlık gerekçe olarak, koğuş sisteminde cezaevlerinde örgüt yapısının devam ettiğini, bunun mahkûmların istese de istemese de örgüt disiplini altında tutulmasına sebep olduğunu, bunun da pekçok sakıncalar ortaya çıkardığını gösteriyor.

Peki Bakanlığın gerekçeleri haklı mı?

Koğuş sisteminin cezaevlerinde ciddi sorunlar çıkardığında şüphe yok. Cezaevlerinin ıslah mekânı olmaktan çıktığı, aksine her türlü suçun yeniden üretildiği mekânlar haline geldiği inkâr edilmez bir gerçek.

Peki siyasî suçlardan mahkûm olanlar için de aynı şey söylenebilir mi?

TAYAD adına bir süre önce beni ziyaret eden biri mahkûm annesi, diğeri mahkûmların arkadaşı iki bayana bunu sordum.

-Siyasîlerin koğuşunda örgüt disiplininin devam ettiği, bu çerçevede, insanların özgür karar verme imkânlarının bulunmadığı, ihanet ettiği düşünülenlerin yargılanıp, ölüme mahkûm edilip, bir biçimde infazın gerçekleştiği iddia ediliyor. Bu nitelikte ölümler oldu. Bunun da önlenmesi gerekmez mi?

Mahkûm annesi bayan sustu bu sorum üzerine. Diğer genç bayan beni şaşırtan bir cevap verdi. Ona göre;

-Bir dâvâ söz konusu idi. Bu noktada ihanet eden, arkadaşlarını ele verenin ölümle cezalandırılması normaldi. Ona;

-Nasıl belirliyorsunuz ihaneti, dedim. Örgüt içi yargılamalarda birçok haksızlığın olabileceği bu alanda yayınlanmış romanlara konu olmuş, ya yanlış kararlar veriliyorsa...

O, "davadan dönenler"e uygulanan cezada ısrarlıydı.

Ben de "lütfen ölmeyin, öldürmeyin, dedim. Bu ölüm ikliminden çıkalım, dedim. Yanındaki hanımı göstererek, "Bu hanımefendinin çocuğu da ölmesin, sizler de ölmeyin, ama böyle iç yargılamalarla arkadaşlarınız da ölmesin" dedim.

Bunu niye yazdım? Ölüm bir iklim halinde sarıyor bazan bizleri. Onun anaforundan kurtulamıyoruz. Cezaevindeki arkadaşlarını kurtarmak için çırpınan genç hanım, ihanet ettiğini düşündüğü arkadaşlarının diğer arkadaşları tarafından öldürülmesi karşısında duyarsızdı, onu gözlemledim. Bu iklimde birileri de "Bırakın gebersinler, bize ne?" söylemine uzanabiliyorlar. Bu iklimi değiştirmek gerek.

Cezaevindeki insanların ölüm orucunda artık canlarını riske atacak noktaya kadar gelmeleri, annelerin, özellikle annelerin, cezaevlerindeki evlâdları için ölüm orucuna başlamaları F Tipi cezaevlerini gündeme getirmek için de, bu insanların misyon bağlılığını sergilemek için de yeterli etkiyi yapmıştır. Hemen her düşünce kesiminden insan, ölüm oruclarından toplu ölümlere uzanacak sürece isyanı seslendirmiştir.

Adalet Bakanlığı da, 16. madde ıslahı ile bir adım atmış bulunmaktadır. Belki bir adım daha atılıp, F Tipi ile ilgili düzenlemelerin insan hakları kuruluşları ve baroların da görüşü alınarak yapılacağı duyurulabilir.

Ama, ölüm orucundakilerin de bir durum değerlendirmesi yapmaları gerekiyor. Annelerin, bazan evlâdının canı üzerinde evlâdından daha kıskanç olduğu görülür. Bizi bizden daha çok sever analarımız. Ya da çocuklarımızı, bazan onların kendilerini düşündüğünden daha çok düşünürüz. Burada da anneler, evlâdlarının canını korumak için bir "annelik adımı" atmalılar diye düşünüyorum. Belki de "ölümden önce hâlâ yapılabilecek şeyler vardır" diye düşünmek... "Şanlı direnişimiz" gibi duyguları biraz daha ihtiyatla karşılamak...


8 ARALIK 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...