YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Siyaset, patron ve müşteri ilişkisi

Öte Türkiye'nin rakamları, çeşitli araştırmalar sayesinde meydana çıkıyor. "2000'de Türkiye ve İstanbul'da Gelir Dağılımı" konulu araştırma, 650 bin kişiyi barındıran ailelerin aylık gelirinin ortalama 7.5 milyar lira, en yoksul 30 milyon kişiden oluşan ailelerin aylık harcamasının ise, 200 milyon liradan az olduğunu ortaya koydu. Fakirlikten fukaralıktan söz edenlere, dolup taşan restoranları, otelleri, şık butikleri gösterenler herhalde işlerin pek iyi gitmediğini artık kabulleneceklerdir.

Ülkemizdeki çarpık gelir dağılımının temelinde yolsuzluklar ve kolay kazanç yatıyor. Siyasetin ranta dönüşmesi, partilerin iktidara gelince yandaşlarını besleyip palazlandırması, kıt kaynakların hesapsızca harcanması, birbirinden farklı, birbirine zıt iki Türkiye yarattı. Ayrıca, Susurluk'la ortaya çıkan derin devletin derin ilişkileri de, işin ucunun uyuşturucu ve silâh kaçakçılığına kadar uzanabileceğini gösteriyor.

Temiz eller

İtalya'da temiz eller operasyonu başlayınca, doğrusu, biz neden temizlenemiyoruz diye epeyi üzülmüştük. İtalya gibi olabilmek maksadıyla, milletvekilliği dokunulmazlıklarını sınırlamaya yeltendik. Ama başaramadık.

Sonra birden bire, Necdet Sezer gibi bir hukuk adamının Çankaya'ya çıkmasıyla birlikte, her şey değişti.

"Dokunulmaz" ad'edilenlere artık dokunuluyor.

"Temiz eller" politika ile irtibatlı iş dünyasını hedef aldı. Tek olmayacağını umut ettiğimiz Murat Demirel operasyonu, çarpıcı bir örnek.

Çankaya temizlendi. Zekeriya Temizel, Bankalar Kurulu'nun başına geçti. Saadettin Tantan, İçişleri Bakanı sıfatıyla operasyona destek veriyor.

Türkiye, kirli çamaşırları yıkama açısından şanslı bir konumda bulunuyor.

Tam bu aşamada Savcı Nuh Mete Yüksel hakkında soruşturma başlatılması düşündürücü bir gelişme. Yüksel, medyatik olma çabasıyla, aşırı davranışlar sergileyen bir hukuk adamı. Ama, tam da, Murat Demirel'in izini sürerken bir "kazaya" uğrarsa, hükûmet böyle bir şaibenin altından kalkamaz.

Hele yeğen Demirel'in gazetelere yansıyan sözleri hatırlanırsa:

Demirel: Tutuklanacağımdan amcamın haberi var mı?

Avukat: Var

Demirel: Ne yapıyor?

Avukat: Gereken yapılıyor.

"Gereken yapılıyor" derken acaba, Nuh Mete Yüksel'in üzerine gitmek mi planlanıyordu?

Vurgunlar

Türkiye'de milyarlarca dolar tutarında suistimal ve hırsızlık var. İçi boşaltılıp posası devlete bırakılan banka vurgunlarının yanı sıra, Özal döneminin otoyol, Yılmaz döneminin enerji vurgunlarından söz edebiliriz.

Projeleri hazırlanmadan, otoyollar çok sayıda müteahhide paylaştırılmıştı. Trafiğin pek az olduğu bölgelere bile otoyol inşa edildi. (Bu arada Bolu tünel geçidinde, hükûmet ile ihtilâfa düşen İtalyan Astaldi firması sırf bu ihtilâfı çözebilmek amacıyla iki yıl önce Bayındır Holding'i ortak aldı. Firma yetkilisi, Kamran Çörtük'ün inşaat bilgisi olarak değil, siyasi münasebet açısından kendilerine lüzumlu olduğunu söylemekten çekinmedi.)

Yolsuzluk ve usulsüzlükte kartlar açık oynanıyordu. Al gülüm ver gülüm hesabı pervasızca, cüretle sergileniyordu.

Nitekim, Kamran Çörtük'ün ortak olmasından sonra, Bolu geçidi inşaatı başlayabildi.

Siyasete göbeğinden menfaat ilişkileri ile bağlı olan basın, temizlik için milletvekillerinin dokunulmazlığının kaldırılması gerektiğini yazarken, kapalı kapılar ardında asıl vurgun gerçekleşiyordu.

Bu yolsuzlukların milletvekilleriyle ne alâkası olabilirdi?

Meseleler bakan başbakan seviyesinde hal ediliyordu. Bu yüzden esas, Yüce Divan'ı düzenleyen madde ele alınmalı ve yüksek zevâtın, yargılanabilmesinin önü açılmalıydı.

Enerji meselesi

Türkiye'de, bir kaç yıldır enerji meselesi tartışılıyor. Şu işe bakın ki, ülkede enerji açığı var mı, yok mu bir türlü anlaşılamıyor. Çünkü Bakan Cumhur Ersümer'in aksine, uzmanlar, enerji fazlasından söz ediyor.

Patron-müşteri ilişkisi üzerine kurulan bir siyasi yapılanmanın, içinde yolsuzluk tohumları taşımasından tabii ne olabilir ki.

Enerji uzmanı, Prof. Tolga Yarman bir enerji krizi ile karşı karşıya bulunmadığımızı söyleyenlerden. Tıpkı Dünya Bankası, tıpkı Devlet Planlama Teşkilatı uzmanları gibi.

Yarman, 27 bin megawatlık bir kurulu güce sahip olduğumuzu, tüketimin azami seviyeye çıktığı dakikalarda dahi, 18 bin megawatlık güce ihtiyaç duyulduğunu hatırlatıyor; genelde ortalama 14 bin megawatın ihtiyacı karşılayacağını ileri sürüyor. Yarman'a göre, ihtiyacın iki misli kurulu güce sahibiz. Dolayısıyla, barajlardaki su seviyesi düşse dahi, Türkiye'nin karanlıkta kalma ihtimali yok. Prof. Tolga Yarman, bu görüşlerini 3 Aralık 1999 tarihindeki Enerji zirvesinde de dile getirmiş; bir nükleer santrale gerek olmadığını belirtmiş.

Prof. Tolga Yarman, enerji sıkıntısı bahanesiyle, büyük bir vurgunun hazırlandığını haber veriyor. Ecevit, durumu kısmen anlamış vaziyette. Nitekim hem çevre hassasiyeti, hem de vurgun endişesiyle Nükleer santrallerden vazgeçti.

Dünya Bankası

Dünya Bankası, şebekelerin onarılması için Türkiye'ye kredi açmıştı. Böylece kurulu gücün beşte birine ulaşan kayıplar kısmen telâfi edilecekti. Kayıp miktarı asgariye indirilse en az 3-4 bin megawatlık bir ilâve güç elde edilmiş olacaktı.

Buna öncelik verileceğine, Enerji Bakanlığı farklı projelerle uğraşıyor.

Oysa, Dünya Bankası, Türkiye'ye verdiği kredileri geri alamayacağı endişesiyle Cumhur Ersümer'i uyarıp duruyor.

8 Şubat 2000 tarihli yazımda, konuya temas etmiştim. O gün bugündür değişen bir şey yok. Halâ gayretler Türkiye'yi aydınlatmaktan ziyade "müşteri" doyurmak(!) istikametinde sarf ediliyor.

Ne yazmıştım?

8 Şubat 2000 tarihinde şunları yazmıştım:

...Dünya Bankası, Enerji Bakanlığı'na rekabeti geliştirecek bir havuz sisteminin oluşturulması amacıyla, proje hazırlıyor. Buna göre, spot piyasa uygulamasına geçilecek. Tüketici, spot piyasadan, ilân edilen fiyatların en ucuzundan, elektriği satın alabilecek.

Dünya Bankası diyor ki: "15 bölgede, 30 yıl için elektrik dağıtım santralleri devrediliyor. Burada, münhasırlık, söz konusu. Bir bölgede, bir firma, belirli bir fiyattan elektriği satacak. Fiyatlar önceden belirlenmiş. İmtiyaz bölgeleri de tesbit edilmiş. Bu durum, spot piyasa uygulaması ile çelişiyor. Zira, proje rekabet üzerine kurulu; buna mukabil, elektrik dağıtımında, her bölgede tekeller oluşturuluyor."

...Dünya Bankası'na göre, üstelik, elektrik dağıtım projeleri "fizibil" değil. Yani, bu haliyle kârlı değil; dolayısıyla, yabancı sermaye temininde başarısız kalınacak.

...Ufak bir bilgi hatırlatması yapalım.

Bugüne kadar sözleşmesi imzalanan 46 adet enerji projesi var. Bunlardan 23'ü, Yap-İşlet-Devret modelinin uygulanacağı hidroelektrik ve termik santraller. Diğer 23'ü de işletme hakkı devir sözleşmesi.

Söz konusu 46 projenin toplam değeri 7 milyar dolar. Ayrıca elde, 15 milyar dolara varan 135 adet proje daha mevcut. Bunların sözleşmesi imzalanmamış durumda.

Dünya Bankası, ihtiyaçlara ve önceliklere göre yeni bir planlama yapılmasını tavsiye ediyor.

Ama maalesef Enerji Bakanlığı'nda çalışan bir bürokratın da söylediği gibi, bizde planlama ülke ihtiyacına göre değil, müteahhitlerin kâr beklentisine ve onların çıkarlarına uygun biçimde şekilleniyor.

Murat Demirel'den sonra bir şeylerin değişebileceğini umut etmeğe başladık. Hiç değilse biraz korkarlar. Böylesine pervasızca, "dokunulmazlıklarının" bilinci içinde, böylesine arsızca hareket etmezler. Bu kadar cüretkâr olmazlar.


6 EKİM 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Nazlı ILICAK

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...