![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Doğu halkı ve dindar insanlarMGK inisiyatifinde Doğu ve Güneydoğu'ya yönelik 107 maddelik bir "Eylem Planı" hazırlandığı medya kanalıyla duyurulmuş bulunuyor. Planın en hassas değerlendirmesi, bölgenin sosyo-ekonomik fotoğrafının çekildiği giriş bölümünde yer alıyor. Değerlendirme, terörle mücadele süreci olarak nitelenebilecek geçen 16 yıllık dönemde, bölge insanında, "kimlik duygusu"nun hangi nisbette geliştiği noktasında toplanıyor. Bir bakıma "Kürt kimliği ne oranda yerleşmiş" sorusunun cevabı aranmış. Sorunun hayatiliği, bölünme riskinin bu toplumsal olguya dayanacak olmasından kaynaklanıyor. Terör ortamında etkilenmeye çalışılan bölge halkına ilişkin rapordaki tesbitler şöyle: 1. Bir grup PKK sempatizanı olarak görülmekte. 2. Bir grup protestocu niteliği taşıyor. 3. Bir grup ise PKK kimliği taşımakta. Rapor, bu üç grubun genel bölge halkı içinde çok yüksek bir yer tutmadığı tesbitinde de bulunmuş. Anlaşılıyor ki bu üç grup, "Kürt kimliğinin derinleştiği risk grubu" olarak görülüyor ve sosyo-ekonomik çerçeveli107 maddelik "Eylem Planı" bu grupların PKK etkisinden kurtarılmasını amaçlıyor. Eylem planının başka bölümlerinde, bu sancılı ortama gelişin sebepleri üzerinde durulmuş, tedbirler önerilmiş. Rapor veya Eylem Planının bütünü ortada olmadığı için geniş bir değerlendirme yapma imkânımız yok. Ancak devletin "Kürt kimliğinin derinleştiği risk grubu"nu önemsemesinin ve bu grubun kazanılması yolunda fikirler geliştirmesinin önemli olduğunu not etmek istiyoruz. Belki burada bizatihi "Kürt kimliği"nin varolmasını veya oluşmasını "risk" olarak görmeyip, bunun "bölünme talebi"ne zemin teşkil etmesini sorun olarak görmek gerektiği vurgulanabilir. Çünkü kendisini bizatihi Kürt olarak hissetmek başka, Kürtlük bilincini, ayrı bir siyasi merkez arayışının çıkış noktası olarak görmek başkadır. Belki PKK çevresindeki kimlik oluşumunun asıl riski, bu noktadadır. Ve bu noktada, Doğu-Güneydoğu'daki insanların, böyle bir risk grubu içine itilmesinde, 16 yıldır yürütülen mücadele sürecinin etkileri ne orandadır, sorusunun cevabı aranmalıdır. Buradan gelmek istediğim nokta, "Bin yıl devam edeceği" ifade edilen"İrtica ile mücadele süreci"nin, diyelim bir 16 yıl sonra, hangi toplumsal sonuçları doğuracağına dair bir öngörünün var olup olmadığıdır. Sürecin başlangıcından bu yana 3.5 yıl geçmiş bulunuyor. İrtica ile mücadelenin şu andaki toplumsal bedeli nedir? Bu soruyu, vatandaşın siyasi merkezle ilişkileri, yani anayasada tarifini bulan "devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğü" açısından sormamız gerektiği açıktır. Çünkü hassas nokta orasıdır. Bir de hadiseyi, "irtica ile mücadele"nin, "Kürt kimliği" konusundan çok daha derin, İslâm gibi, toplumun hemen tamamı tarafından paylaşılan ortak bir değerle bağlantılı olduğunu düşünerek değerlendirmek gerekiyor. Yani "irtica ile mücadele"nin "İslâm'la, dinle mücadele" tarzında algılanması riski her zaman mevcuttur. Algılama, diyorum, çünkü hadiseyi sizin nasıl anladığınız veya vaz'ettiğinizden çok daha önemlisi, halkın onu nasıl algıladığıdır. Kamuoyu araştırmalarının ortaya koyduğu gerçeğe göre, halkın ancak yüzde 3.5-8 oranındaki bir kesimi "irtica"yı Türkiye'nin önemli sorunları arasında sayıyor. Halk nezdinde böylesine marjinal alanlarda görülen, halkın belki marjinal diye nitelenebilecek hacimdeki bir bölümü tarafından sorun olarak nitelenen "irtica" olgusu, devlet tarafından "birinci öncelikli iç tehdit" olarak nitelenir ve bu tehdide karşı gazetelere "topyekün savaş" diye manşet olacak çerçevede bir mücadele başlatılırsa, bunun, "asıl hedef?" neyse, ondan çok daha geniş toplum kesimlerini tedirgin etmemesi mümkün değildir. Devlet, bir süredir "mütedeyyin insan"la "mürteci" arasında ayırım yapma arayışında görünüyor. En azından böyle bir söymem tedavülde... Ama "irtica ile mücadele"nin, halka yansıyan boyutunda, "mütedeyyin insan-samimi dindar insan" ın hangi ölçülerle ayırdedildiği, sakınıldığı pek farkedilmiyor. Ben, bizzat, 15-16 yaşındaki çocukların-gençlerin "Bu süreç içinde devleti öğrendim" dediğine tanık oldu. Bu sözü tahlil etmeli Ankara'daki siyasi merkez... Şu sıralarda, Güngören'de, Kadıköy'de, Bakırköy'de okullarına alınmayan başörtülü İHL'li kız öğrencilerin, onların velilerinin, amcalarının-dayılarının-teyzelerinin halet-i ruhiyesini tahlil etmeli... Ne bileyim ben, 200 puanla istediği fakülteye giremeyen İHL mezunu çocuğun-yakınlarının duygularanı görmeli... Bu işler, illâ da 16 yıl sonra mı gündeme alınır, yaralar derinleştikten, kimi zaman çözümsüz hale geldikten, yürekler koptuktan sonra mı? Ankara'da birileri, "Keşke Doğu-Güneydoğu'daki toplumsal olguyu işin taa başında, bölge insanının yüreği bulanmadan hesaplayabilseydik" demiyor mu? Ya da Ankara'da birileri, "Şu irtica ile mücadele süreci, sakın ülkenin munis, işinde gücünde, çocuğuna dini terbiye vermekten başka kaygısı olmayan, Müslümanlığı bu ülkenin her zaman bereketi, savunma seddi, varoluş şartı olmuş bulunan insanlarının yüreğini kanatıyor olmasın" diye sormuyor mu? Ben, dha üç buçuk yıl geçmişken bunun sorulması gerektiğini düşünüyorum. 16 yıl sonra, çok yürekler kanayabilir ve derin kan kaybı ülkeye büyük bedeller ödetebilir. Korkarım o zaman, Doğu-Güneydoğu için düşünülene benzer bir eylem planı, İslâm ve toplumun dindar mensupları ile ilişkilerde açılan yaraları kapamaya yetmez.
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|