![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Propaganda filminin düşündürdükleriEvvelki gün Kanal D'de, "Propaganda" filmi oynadı. Devletin yasakçı zihniyetini herhalde Sinan Çetin'den başka hiç kimse, bu kadar güzel hicvedemez. Gülerken düşünüyorsunuz; düşünürken ağlamanız geliyor. Ve milletine tepeden bakan devletin nelere mal olduğunu çok daha iyi idrak ediyorsunuz. Ben filmi en son seyredenlerdenim herhalde. Üzerinde çok şey yazıldı çizildi. Bir hayli de övgü aldı. Dün ve bugün
1940'ların Milli Şef dönemi anlatılıyor ama, o hiç değişmeyen zihniyet karşısında insan donup kalıyor. Bugünün, dünden farkı yok. Bilmeyenler veyahut unutanlar için hatırlatalım: Devlet, bir tel örgü ile sınırın çizilmesi kararını veriyor. Ama bir ev ve bir aile, bu tel örgünün dışında kalıyor. Tel örgü, birbirini seven iki genci, yılların dostu olan iki çocukluk arkadaşını ayırıyor. Bu iki arkadaştan birinin rolünü Kemal Sunal, diğerininkini Metin Akpınar oynuyor. Sunal, devleti, Akpınar halkı temsil ediyor. Biri, ceberrut, baskıcı; diğeri sağduyulu. Filim, eğer, anlamsız yasaklar olmasa, birlik ve beraberlik daha kolay sağlanacak, sıkıntılar daha süratle sona erecek mesajını veriyor. Başörtüsü takıntısı
İmam Hatipli kızların başörtüsüne takan bir zihniyetle, çölün ortasına tel örgü çeken kafa birbirinin devamı. "Yasak Hemşehrim!" Niçin yasak? Bunu anlamak mümkün değil. Tevfik İleri İmam Hatip Okulu, son eğitim döneminde, en başarılı olan okullardan biriydi. Her talebesini yüksek öğretime yerleştirebilmişti. Öyleyse, muhakkak işe, bir yerinden çomak sokulmalıydı. Bir Allah'ın kulu çıkıp, başörtü takarak okumanın niçin yasaklandığını mantıken izah edebiliyor mu? Yıllarca İmam Hatipler'de kızlar başını örterek okumuş. Birden bire düzen değişiyor. Çölün ortasından sınır geçiyor!!! O zaman Milli Şef vardı. Şimdi ise 28 Şubat. İmam Hatipler, muhafazakâr ailelerin, kızlarını eğitmelerini kolaylaştıran müesseseler. Bir yandan okullar, kız erkek karışık hale getiriliyor, öte yandan kızların başı açılıyor. Hiç yoktan maraza çıkarılıyor. Gerçi, orta öğretimde, öğrencilerin başlarının açık olması konusunda bir kılık kıyafet genelgesi mevcut. Bu genelgenin Milli Eğitim Kanunu'nda dayanağı yok. Zaten, şartlar ve ihtiyaçlar gereği yıllarca İmam Hatiplerde başörütüsü yasağı uygulanmamış. Böylece çok sayıda genç kızın eğitim alabilmesinin önündeki engeller kaldırılmış. Medyacıların devlet ihalesine girmesi yasak. Orman arazisinin üniversitelere tahsisi yasak. Askerin politikaya müdahalesi hepten yasak. Bu yasaklar çiğneniyor da, niçin manâsız bir kılık kıyafet şartına göz yumulmuyor? Söz konusu genelge, çöl ortasından geçen örgü gibi. Kardeşliğe, birlik beraberliğe giden yolun önünü kesiyor. Milli Şef'in yerini şimdi 28 Şubat aldı. Aslında yasal olmayan 28 Şubat dayatması. Avrupa Birliği'ne giden yolu, bir anlamda, çağdaşlığın yolunu tıkayan başörtüsü değil, yasakçı bürokratik devletçi zihniyet. Yabancı basın
Delil mi istersiniz? Son günlerde yabancı basında çıkan yazıları okuyunuz yeter. Los Angeles Times: (11.9.2000)- Türk ordusunun, savunmaya, yargı bağımsızlığına, okullardaki din eğitimine kadar her konuda söyleyeceği söz vardır. Ülkedeki üçüncü darbenin üzerinden 20 yıl geçti; ama orduyu herkes halâ dinliyor. Generaller, tüm önemli konularda onaylarının alınmasını gerekli buluyor. Eleştirmenler, Türkiye'nin Avrupa Birliği'ne üyelik rüyasının gerçekleşmesi ve tamamen demokratik olması yolunda belki de en büyük engelin generaller olabileceğini söylüyor. ... Türkiye, Avrupa Birliği'ne girmek istiyorsa, ordunun geri adım atmaktan başka çaresi kalmayabilir. The Economist: (8.9.2000)- Her işe karışan generaller, yine yapacaklarını yapıyor. Son haftalarda, paşaların, "irtica hortladı" diye kamuoyunun önüne çıkmadığı ve "cumhuriyete yönelik en büyük tehdide karşı tavır almadığı" için hükûmete çıkışmadıkları bir gün geçmedi. Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'nun son salvoları, Avrupa Birliği'nin Türkiye'nin yerine getirmesi gereken şartlar üzerinde rötuşları yaptığı bir zamana denk geldi. Bu şartlardan biri de, askerlerin politikadan uzak durmaları. Ankara'daki bir diplomata göre, "İnsan hakları konusunda bir gelişme yok. AB'nin Türkiye'ye uymak için kendi kurallarını değiştirmesi gerektiği şeklinde bir anlayış, devlet psikolojisinde kök salmış vaziyette." Gerçekten de, ifade özgürlüğünü kısıtlayan kanunlar yerli yerinde duruyor. İnsan hakları örgütleri, işkencenin her zamanki gibi yaygın olduğunu söylüyor. Öcalan silâhlı mücadeleyi sona erdirdi; ama ordu denetimi altındaki MGK, geçtiğimiz hafta, Kürtçe yayın ve eğitim yapılmasına izin verilmeyeceğini açıkça ortaya koydu. Ancak, Türk halkının, artık ordunun fikirlerine boyun eğmediği ortada. Son günlerdeki, güvenilir bir kamuoyu yoklamasına göre ankete cevap verenlerin sadece % 3'ü, irticaın gerçek bir tehlike oluşturduğunu düşünüyor. Ayrıca, geleneksel olarak hükûmeti destekleyen büyük gazetelerde, giderek daha çok sayıda köşe yazarı, org. Kıvrıkoğlu'nu, yorumlarından dolayı açıkça eleştiriyor. Bu yeni bir gelişme. Üstelik eleştirilerinden dolayı, hiçbir gazeteci işinden olmadı. Siyasilerin AB standartlarına uymasını isteyen Kıvrıkoğlu'na, liberal köşe yazarı Cüneyt Ülsever sordu: "AB, askerlerin politikadan uzak durmaları gerektiğini söylüyor. Siz bu standartlara uymayı planlıyor musunuz?" Tages Anzeiger: (10.9.2000)- Türk ordusu, genellikle, halkı neyin rahatsız ettiğini, halkın neyi arzu ettiğini biliyormuşçasına davranır... Son zamanlarda mutabakat aksadı. Yönetenlerle yönetilenler birbirine zıt yönde hareket ediyor. Kamuoyu araştırmaları, insanların büyük bir kesiminin enflasyon ile işsizliği Türkiye'nin en acil problemleri olarak gördüğünü ortaya koyuyor. Silâhlı kuvvetler ise, hâlâ siyasi İslâm hayâletine karşı savaşmaya öncelik veriyor. Refah Partisi kapatıldıktan sonra, hasımlarını kaybeden generaller, gittikçe artan bir şekilde, Donkişot misâli yel değirmenlerine saldırıyor. Fethullahçılara karşı düzenlenen cadı avını da, bu gelişmeler izâh edebilir... Gülen cemaatinin amacı, modern ve kendine özgü bir Türk-İslâm versiyonu idi. Ancak tam da bu konuda, aynı planları yapan Türk ordusu ile rekabet içine girmiş oldular. Değerlendirme
Görüldüğü gibi ordu mensupları Batı basınında zaman zaman aşırı -hatta hak etmedikleri ölçüde- eleştiriliyor. Bu durum, Türkiye'nin imajını da bozuyor. Düne kadar ülkemizi "muassır medeniyete" kavuşturmak amacıyla Batılılaşma çabalarının önünü çekenler, bugün sanki ayak sürüyor gibi. Dışarıdaki izlenim bu. Oysa bu sıkıntıları aşmak çok kolay. Zihnimizdeki sınırları kaldıracağız, bizi bölen tel örgüleri keseceğiz, devletin milletin hizmetinde olduğuna inanacağız. Bir de tabii ki "her şeyi ben bilirim" iddiasında olan "vesayet düzenini" yıkacağız. Ondan sonra ver elini Avrupa Birliği!
nilicak@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim | Dizi |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|