![]() |
![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Şeriatın kestiği parmak da acıyabilir!.Fazilet Partisi'nin kaderini ilgilendiren Anayasa Mahkemesi kararı, tüm siyasi çevrelerde, merak ve heyecan içinde bekleniyor.. Bu karar, erken bir seçimi olduğu gibi, sağ siyasi yapılanma içindeki yeni şekillenmeleri gündeme getirebilir.. Ya da, bu kararla, Fazilet Partisi'nin üzerindeki yük kalkar ve Parti, gerçek bir "ana muhalefet" haline dönüşebilir.. İlgi çekici olan, değişik çevrelerin Anayasa Mahkemesi kararını bekleme biçimleri.. Parti kapatmanın olağan sayılması artık herkesin asabını bozulma noktasına getirse de, genel olarak olay "yargı kararına saygı duyulur" şeklinde değerlendiriliyor.. Yani Anayasa Mahkemesi, Fazilet'i de kapatırsa, bu gelişme pek yadırganmayacak.. Oysa, yazılı hukuk kurallarının, evrensel hukuk normlarına uyarlı olması konusunda hassas olan ülkeler, "anayasa yargısı"nı da, kamuoyu önünde tartışırlar.. Bizde buna bir ön-örnek, anayasa profesörü Mustafa Erdoğan'ın son makalesidir.. (http://liberal-dt.org.tr.) Prof. Erdoğan, Türk Anayasa Mahkemesi'nin "Din-Siyaset İlişkisi"ne şöyle bakıyor.. - Anayasa Mahkemesi'nin din-siyaset-ilişkisi konusunda verdiği iki karara bir göz atmak, konumuzla ilgili olarak Mahkeme'nin içtihadına yansıyan üç temel noktayı ayırt etmemize imkan verecektir.. Bu kararlardan ilki 1989 tarihli meşhur "Başörtüsü kararı", diğeri ise Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin 1998 tarihli karardır.. Birinci olarak, Anayasa Mahkemesi'ne göre bir anayasal ilke olarak laiklik, sadece din ile devletin ayrılması anlamına gelmez.. O daha ziyade Türkiye toplumunu laiklik aracılığı ile modernleştirmeyi amaçlayan bir toplumsal proje, hatta bir ideolojidir.. Bu aslında, Anayasa Mahkemesi'nin de açıkça onayladığı resmi ideolojinin bir parçasıdır.. Bu anlayış çerçevesinde, haklar ve özgürlükler, ancak bu ideolojiyle çatışmadıkları veya onu zayıflatmadıkları sürece tanınırlar. Nitekim "başörtüsü davası"nda, Mahkeme "laiklik"in "din ve devlet işleri ayrılığı biçiminde daraltılamayacağı"na karar vermiştir.. Mahkeme ayrıca din özgürlüğünün kullanılmasının, devlet düzenini tehdit edebileceğini ve dolayısıyla anayasal korunmadan yararlanamayacağını ileri sürmüştür.. Bu bağlamda "laiklikle bağdaşmayan özgürlük savunulamaz ve korunamaz" ve vicdan özgürlüğü gerekçesiyle "dinsel giyinme özgürlüğü savunulamaz." Anayasa Mahkemesi Refah Partisi'nin kapatılmasına ilişkin kararında da, aynı yorumu sürdürmüştür.. Mahkemeye göre "Laiklik siyasal, sosyal ve kültürel yaşamın çağdaş düzenleyicisidir", "laiklik Türkiye'nin yaşam felsefesidir." Mahkeme devam ediyor.. Laiklik "Anayasada öngörülen kimi sınırlamaları zorunlu kılan bir neden, Anayasada benimsenmiş bütün temel ilkelere egemen bir düşünce"dir. Yani insan hakları, hukuk devleti ve demokrasi, laikliğe nispetle ikincil değerlerdir.. Dolayısıyla Türkiye, resmi laiklik anlayışının (yani laikçi ideolojinin) izin verdiği ölçüde insan haklarına saygılı olmak, hukuk devletini ve demokrasiyi kurumlaştırmak durumundadır.. İşte bu anlayış, Türk sistemini Batı demokrasilerinden ayıran ve onu totalitarizme yaklaştıran en temel noktadır.. İkinci nokta, Anayasa Mahkemesi'nin dini, toplumsal ve kültürel alana ilişkin tavsiye ve önerileri de bulunan bir değerler manzumesi olarak değil, fakat dünyevi meselelerle hiç ilgisi olmayan sırf bir inanç olarak görmesi ile ilgilidir. Gerçekten de Mahkeme, yine Refah Partisi davasında, "laik düzende dinin, kişilerin vicdanlarına bırakılması"nın esas olduğuna ve laikliğin "dini kendi (özel) yerinde tutan" bir anlayış olduğuna hükmetmiştir. "Laik devlette, kutsal din duyguları politikaya, dünya işlerine, hukuki düzenlemelere kesinlikle karıştırılamaz." Evet.. Anayasa Mahkemeleri de, kararları da tartışılmalıdır.. Üstelik bu işi, sadece kararlara hedef olanlar değil, Prof. Erdoğan gibi liberal görüşlü bilim adamları da yapmalıdır.. ŞAKA
Başımıza gelenler..
Süleyman Demirel'in 7 kere gidip, 8 defa gelmesi Deniz Baykal'ın da ilgisini çekmiş olmalı ki, bir kez daha CHP'nin başına gelmeyi denemeye karar verdi.. Aslında bütün bu isimlerin öyküleri birleştirilip, yakın tarih yazıldığı takdirde, "Türkiye'nin başına gelenler"in öyküsü de çıkar ortaya.. PROF. MUSTAFA ERDOĞAN
Tarihin akıntısına karşı durmak
"Resmi İdeoloji"ye dayalı çıkışları, bazan kamudan kaynaklanan baskılarda, bazan üniversitelere egemen olan lise anlayışında, bazan medyatik kin kampanyalarında görüyoruz.. "Kopenhag Kriterleri" açısından asla kabul edilemeyecek bir durum, "resmi ideoloji" adına, çoğulculuğun ve farklılıkların kabul edilmemekten öte, yok edilmek istenilmesidir.. Gününe göre, çeşitli kesimleri ve toplumun farklı öğelerini "ötekiler" veya "tehditler" biçiminde gören anlayış, hem hukuk sistemimizi hem de yargıyı derinliğine etkilemiştir.. Bu açıdan "laikçilik" haline dönüşmüş olan laiklik ilkesi de, "Cumhuriyet eliti"nin ideolojik kaygılarına ve sınıfsal çıkarlarına göre, özgürlükleri daraltabilecek bir araç haline dönüşmüştür.. Prof. Dr. Mustafa Erdoğan'ın bu durumun vardığı sonucu özetleyen yorumu şöyle: - Devletçi seçkinlerin anlamak istemedikleri veya bilerek görmezden geldikleri nokta, İslam'ın tarihsel olarak Türkiye'nin toplumsal dokusunda önemli yere sahip olduğu gerçeğidir.. Bunun içindir ki, Türkiye'de bugüne kadar devletin sivil dinamikleri denetim altına alması ve bu çerçevede İslami hassasiyetlerden kaynaklanan sivil örgütlenmeleri kuşatması çok zor olmuştur..
mehmetbarlas@attglobal.net
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|