YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Batıcılıktan vazgeçiliyor (1)

İlkin başörtüsü sorunu nedeniyle başlatılan ve 28 Şubat süreciyle birlikte ivme kazandırılarak atılan adımlar, bugüne kadar Batılılaşmayı dillerine pelesenk eden elitlerin fiilen Batıcılıktan vazgeçtiklerini gösteriyor.

Sorun, başörtüsü sorununa indirgenemeyecek kadar köklü, esaslı ve geniş kapsamlı bir sorun. Halledilemeye çalışılan temel problem, bu ülkenin her alanda müslümanlıkla ilişkisinin sıfırlanmaya çalışılmasıdır.

Bunun, sadece Türkiye'ye özgü "ulusal ölçekli" bir proje olmadığını, Cezayir'den Endonezya'ya, Kafkaslar'dan Malezya'ya kadar bütün bir İslam coğrafyasını kuşatan küresel bir proje olduğunu söyleyip duruyorum bu sütunda. Bu projenin başlıca hedefi, İslam dünyasında, müslümanlığın siyasi, toplumsal ve kültürel iddialarından uzaklaştırılmaya, arındırılmaya çalışılması ve hayatın her alanını kuşatan bir hayat ve dünya tasavvuru olan müslümanlığın tıpkı Hıristiyanlık gibi salt bireysel alana indirgenmesi, sekülerleştirilmesidir.

Burada komplo teorilerinden değil, somut, fiili gerçeklerden ve uygulamalardan sözettiğimi altını çizerek vurgulamak istiyorum.

Soğuk Savaş'ın sona ermesinden sonra ABD'nin, NATO'nun, AB'nin yöneticilerinin "dünyanın önündeki en öncelikli tehlikenin fundamentalizm tehlikesi" olduğunu ilan ettiklerini tüm dünya duydu. Anlaşılan o ki, başta ABD olmak üzere, Rusya, Çin, İsrail, AB ve Türki Cumhuriyetler'in tüm siyasi, ekonomik, kültürel stratejilerini, politikalarını öncelikli olarak bu tehlikeyi bertaraf etmek üzere yeniden tanımladıklarını, belirlediklerini (bizden başka) öğrenmeyen kalmadı.

Komplo teorileriyle değil, postmodern savaş stratejileriyle karşı karşıyayız. Postmodern savaş stratejilerinin en önemli özelliği pratiğe karşı retorik; yani ikiyüzlülüktür (cynicism). Siz buna, "sağ gösterip sol vurmak" da diyebilirisiniz. Bir yandan hegemonyanızı pekiştirmek için demokrasiden, insan haklarından, özgürlüklerden sözedeceksiniz; böylelikle tüm eleştiri oklarını püskürtmüş olacaksınız. Ama öte yandan örneğin İslam dünyasında demokrasinin, özgürlüklerin, hak ve hukukun hakim kılınmasını mümkün kılacak tüm yolları tıkayacak projeleri hem gözboyayarak, hem de gözdağı vererek hayata geçir(t)mek için en anormal ve absürt yollara başvurulmasına göz yumacak ve bunları el altından destekleyeceksiniz!

Cezayir, Mısır, Malezya, Pakistan ve Türki Cumhuriyetlerde müslümanlığın siyasi, toplumsal, kültürel hayattan uzaklaştırılmasına yönelik tüm orta ve uzun vadeli proje ve politikaların hepsi de sözümona demokratik yollarla hayata geçirilmeye çalışılıyor!

Türkiye'de yeni bir askeri darbe yapılmadı. Ama irtica ile mücadele önlemlerinin hepsi de parlamento yoluyla (yani demokratik yöntemlerle) hayata geçirilmeye çalışılmıyor mu?

Ayrıca, sözkonusu küresel proje ile yine adeta tartışmasız bir şekilde hızla küreselleştirilen ve gözboyamaktan başka hiçbir somut karşılığı olmayan demokrasi, liberalizm, serbest pazar ekonomisi ve evrensel insan hakları ve özgürlükleri konusunda geliştirilen söylemler arasında doğrudan olmasa bile tersinden bir ilişkinin olduğuna özellikle dikkat çekmek isterim. Bizim, analitik ve imaginatif düşünme yetileri gerçekten zayıf, kolaycılığa alışmış, o yüzden de literati (okumuş-yazmış) olmaktan öte özellikleri hemen hemen hiç olmayan "aydın"larımızın, yazar-çizer takımının bu gerçeği "görebileceklerini" sanmıyorum.

Oysa Wallerstein, S. Amin, Baudrillard, Chomsky, Bourdieu, Virlio gibi birinci sınıf düşünürlerin yazılarını dikkatle okuduğumuzda, liberalizm, serbest pazar ekonomisi, insan hak ve özgürlüklerinin evrenselliğine ilişkin olarak geliştirilen söylemlerin tümünün Batılı hegemonik güçlerin hegemonyalarını bir yandan pekiştirmeyi, öte yandan da asıl yapılmak istenen şeyi örtbas etmeyi, gizlemeyi amaçladığını görmekte zorlanmıyoruz.

Sözkonusu "küresel proje"ye neden ihtiyaç hissediliyor? Bu sorunun özlü cevabı şu: Osmanlı'nın çöküşünden sonra İslam medeniyeti tarihe karıştı. Batılı hegemonik güçler, önlerindeki en büyük engelin böylelikle ortadan kaldırıldığına hükmettiler. Ancak 1970'li yıllardan sonra Müslüman toplumlar, şu ya da bu şekilde de olsa modernleşmeye başladılar: Ne ki, modernleşme, müslüman toplumları müslümanlıktan uzaklaştırmak yerine müslümanlığa daha da yaklaştırdı: "Çevre", "merkez"e yürümeye ve ortam bundan sonra bir anda gerilmeye, dengeler altüst olmaya başladı... Yarın devam ediyoruz.


27 EYLÜL 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Yusuf KAPLAN

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...