YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Bireysel çığlıklar

Bir adam Ankara yolunda yürüyor. Yaşı bir hayli ilerlemiş. Üstten yaz güneşi, alttan asfalt yakıyor... Alınlarında domur domur ter, içinde dokunsan boşanıverecek bir kalb, gözünde tarifi imkânsız derinlikte bir hüzün... Sancıyan dizlerine rağmen yürüyor.

Adı Boray Uras. Kızı için yürüyor. Bir trafik teröründe can veren kızı için...

Ankara'ya ulaşacak, orada birilerini bulacak ve taa kulaklarının içine "durdurun bu trafik terörünü" diye seslenecek.

İstanbul'dan, kızının tabutu başından seslenince duyuramayacağını düşünmüş olmalı.

Ankara'dan henüz bir ses yükselmedi, bir kulak kabartılmadı. Merasimin tamamlanmasını bekliyor Ankaralılar anlaşılan... Merasim, yani bir babanın ayaklarının asfalt tarafından yenmesini, güneşin bir babanın beynini pişirmesini, ıstırabın bir babanın yüreklerini kavurmasını...

Neden bir kimse çıkmaz yoluna, devlet adına bu babanın?

Neden "çığlığını duyduk, anladık, gereğini yapacağız" demez bir kimse Ankara'dan?

Yollarında mezbaha kurulmuş bir ülkede yaşıyoruz. Değme savaştakinden çok insanımızı kaybetmişiz yollarda, kaybediyoruz... Trafik terörü ciddi bir dert değil mi bu ülke için ki, Boray Uras'ın kızı için yükselttiği sese sahip çıkan olmaz? Oysa trafik terörünün kurbanlarının yakınları Boray Uras gibi Ankara yollarına düşseler, her halde her kilometre insanla dolardı.

Ne yazık ki, böyle bireysel çığlıklar için kulaklarımız yeterli duyarlılığa sahip değil.

Meselâ, işkence mağdurlarının yakınları çığlık attığında da duyan olmuyor.

Gözaltında kaybolanların yakınları da seslerini duyuramıyor.

Gece evinden alınıp götürülen insanların yakınlarının ulaşacağı bir çığlık dinleme merkezi yok.

Evlâdı uyuşturucuya yakalanmış annelerin çığlıkları da duyulmuyor, 100 milyar dolarlık uyuşturucu pazarının egemen olduğu ortamda...

Başörtülü öğrenciler, grup halinde Ankara'ya kadar yürüdüler, çalmadık kapı bırakmadılar, insanların yüreklerine ulaşmaya çalıştılar ne oldu?

Okul kapılarından sürüklenip götürülürken her biri, göz yaşlarını görmemek için gözlerimizi, çığlıklarını duymamak için kulaklarımızı kapatmadık mı?

Başörtülü oldukları için görevlerine son verilen öğretmenler, hemşireler, doktorlar bir duyarlı kalb bulabiliyorlar mı aradıklarında?

Ağacın, yeşilin, ormanın, denizin, havanın, toprağın, yani çevrenin mücadelesini vermek için yollara düşenlerin de, sağır duvarları aşmak için bir ömür törpülemeleri gerekiyor...

Bir yerde, hukuk yolları tükeniyor bu ülkede, gidip Avrupa'da çığlık atmak gerekiyor... "İşkence gördüm, memleketimde sesimi duyuramadım, sesimi duyun" diye sesleniyor insanlar... Ardından gelsin Türkiye'yi mahkûm eden milyarlık tazminatlar...

Sağlıklı bir ulaştırma için gerekli tedbiri almadığı gerekçesiyle devletin tazminat ödemesi grekse, buna bütçe yeter miydi acaba?

Bir insanın kaybını önemsemiş olsak, diyelim Boray Uras'ın kızına duyduğu sevgi ölçüsünde, yollarda işlenen bunca cinayete ya da intihara göz yumar mıydık?

Önemsemiyoruz tek insanı...

Önemsemiyoruz ki, üniversite sınavına giren 1.5 milyon gencin beşte dördünün eleniyor olması, kahretmiyor bizi, tek insana yönelik sorumluluk adına, ülkemizin geleceği adına...

Önemsemiyoruz ki, meslek liseli çocukların çığlıklarını duymadık...

İslâm hukuku, bir beldede bir insan açlıktan ölse, tüm belde halkını onun ölümünden sorumlu tutar. Vakıf kültürü, tek insana yönelik bu sorumluluk duygusunun ürünüdür. Hatta tabiata, hayvanlara yönelik bir sorumluluk duygusunun...

Bu duyarsızlık ortamını yırtan adamlara büyük saygı duyuyorum. Onların çığlıklarını yürekten selamlıyorum. Bir Hayrettin Karaca büyük adamdır. Boray Uras'ın çığlığı selâm durulacak bir sestir. İnsan Hakları savunucularının (Mazlumder'in, İHD'nin), çevrecilerin, kaybolan çocukları için polis copuna rağmen ayakta kalmaya çalışan annelerin, savaş ortamına insani yardım taşıyan gönüllülerin, sonuçsuz gibi görünen direnişlerinde gerçekten insanca yaşanacak yarınların tohumları vardır.

Bu arada TBMM bünyesinde, işkence konusunda atılan adımları Ankara'nın duyarlılığı açısından bir ümit işareti olarak görmek gerekir mi?

Neden olmasın! Anneler-babalar, yıkılmış genç eşler, kardeşler, çocuklar daha çok çığlık atacaklar ve duyuracaklar seslerini...

Bir gün çocuklarımızı güvenle salacağımız yolları, ürpermeden gireceğimiz devlet daireleri, giyim-kuşamına bakıp kızlarımızın kapısından kovulmayacağı okulları olacak bu ülkenin... Eline geçenin balta sallamayacağı gür ormanları, yeri-göğü-silüeti yağmalanmamış şehirleri olacak...

Bunun için bireysel çığlıkları çoğaltmamız gerekiyor...

Tabiî ki bedeline katlanarak... Gerektiğinde ana olup cop yiyerek, gerektiğinde kilometreler boyu ter dökerek...


20 HAZİRAN 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ahmet Taşgetiren

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...