YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan
Bilişim'den

  Arşivden Arama

 

 

Hâlâ susuyorlar

Diyor ki muhterem, "yakın tarihi araştırıyoruz bahanesiyle cumhuriyet düşmanlığı yapıyorlar"; bir bölümü dinci-şeriatçı, bir bölümü liboş-ikinci cumhuriyetçi olan "sözde araştırmacılar" bu konuda hayli mesafe katetmişler; maksat "yakın tarih"i kurcalamak değil, jakoben cumhuriyetimizi yıkmak...

Aynen böyle diyor

Kendisi de bir araştırmacı.

Bir gazetede köşesi var üstelik.

İstiklal Mahkemeleri'nin "kıyıcı" üyelerinden Refik Şevket İnce'nin torunu.

Melih Gökçek, Mehmet Barlas ve Fehmi Koru'yla uğraşmaktan vakit bulduğunda "yakın tarih"e ilişkin yazılar yazıyor. Bunlardan birinde, "Giresunlu Topal Osman'ı Birinci Meclis'te bulunan şeriatçı mebuslar astırdı" demişti de, cümle araştırmacı efradını güldürmüştü.

"Yakın tarih"e ilgi neden?

Nedir bu sözde araştırmacıların "tarih" ve "geçmiş" merakı?

Nereden icap etti?

Bu işi, gerçekte, Refik Şevket İnce'nin torununun da iddia ettiği gibi, devletin temeline dinamit koyan numaracı cumhuriyetçilerle, jakoben cumhuriyetimizle ödeşmek isteyen "dinci-şeriatçı"lar mı tezgahlıyor?

Öyle ya, bunlar daha düne kadar "hıyanet-i vataniye"yle, daha doğrusu cumhuriyet devrimlerini ortadan kaldırmakla suçlanıyor; geçmişte olup bitenleri Dr. Rıza Nur'un ünlü "Hayat ve Hatıratım"dan öğrenmeye kalkışanlar da "psikopot" damgası yiyordu...

Bu satırların yazarı da yakın tarihe meraklıdır.

"Sözde araştırmacı" sınıfına dahil edilecek kadar palazlanmadı henüz, ama ileride ne mal olacağı yazdığı yazılardan belli; yarın, Refik Şevket İnce'nin torunu çıkıp "Yeni Şafak gazetesinde sözde tarih yazıları yazan sözde araştırmacı..." diye başlarsa, şaşırmam.

Elbette durup dururken depreşmedi bu merak.

Kafası okul sıralarında Emin Oktay ve Niyazi Akşit imzalı sevimsiz kitaplarla iğdiş edilmiş saf çoğunluk ne demek istediğimi anlıyor. Üstelik bu merak bir "ödeşmek", bir "hesaplaşmak" amacı da taşımıyor. Kaldı ki, fazla merakın cennet vatanımızda nelere yol açabileceğini bilecek yaşta, çağda, hatta zekavetteyim. Kaşınmanın hiç alemi yok...

Bu merak, nasıl derler, hoş bir merak.

Bir dürtü...

Bir tecessüs...

Gelgelelim, "Türkiye Cumhuriyeti" gerçekliğini öne alan her türlü düşünce, eleştiri ve çözümleme "suç" kapsamında değerlendiriliyor ülkemizde.

Örneğin, Türkiye Cumhuriyeti'nin hangi şeraitte kurulduğunu; cumhuriyetin ilk yıllarından başlayarak, rejimin kemale erdiği 1950 yılına kadar "çok partili sistem" denemelerinin neden başarısızlıkla sonuçlandığını araştıramaz, yazamaz, tartışamazsınız.

Ali Şükrü Bey'in nasıl bir tertiple devre dışı bırakıldığını, "İzmir Suikasti" ve "Menemen provokasyonu"yla aslında neyin amaçlandığını sorgulayamazsınız.

Tabular sadece bunlarla mı sınırlı?

Bizzat Mustafa Kemal eliyle kavramsallaştırılan "ulusal savunma" refleksine sahip çıkmak, Türkiye'nin girdiği uluslararası ittifakları, yine Mustafa Kemal noktai nazarından bakarak sorgulamak da suç...

Örneğin, Türkiye-NATO ittifakı.

İsrail'le yapılan gizli "Askeri İşbirliği Anlaşması."

Eski 27 Mayıs'çı Suphi Gürsoytrak, "Askerimizin Amerikalılar tarafından eğitilmesi bizim için utanç kaynağıdır" diyordu. Çünkü, Amerikalılar, sadece "eğitim" hizmeti vermiyorlar, ileride Türkiye aleyhinde kullanacakları önemli istihbarat bilgilerine de sahip oluyorlardı böylece.

İsrail'le imzalanan anlaşmadan sonra da, subaylarımız şelek şelek bu ülkeye taşındılar, 28 Şubat'ın kudretli generali Tel-Aviv'i adeta su yolu yaptı. Öyle ki, bazı gazeteler Silahlı Kuvvetler'in İsrail ordusu tarafından eğitileceğini bile yazdı.

Hanidir medyayı izliyorum.

Bakalım, işi şirazesinden çıkaran mahut "Türkiye-İsrail" yakınlaşmasını ne zaman teşrih masasına yatıracaklar diye...

Emin Çölaşan'ın ifadesiyle, "tık yok..."

Daha da kötüsü, Mustafa Kemal'in "ulusal savunma" kavramına "öncelikle" sahip çıkması gereken solcu kemalistlerimiz üzerlerine ölü toprağı serpilmişçesine suskun.

Atatürkçülük, yalnızca darbe yapıp darağaçları kurmak mı, yoksa ulusal bir savunma sistemi oluşturup Silahlı Kuvvetler içindeki "yabancı el"in varlığına son vermek midir?

Efendim Mümtaz Soysal?

Efendim Doğu Perinçek?

Mustafa Kemal'e göre, "yabancı el"in işin içinde olduğu bir "ulusal savunma" düşünülemez. Osmanlı generallerinin "Alman ordusu"yla imzaladığı askeri işbirliği anlaşmasının Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu getireceğini daha o zamandan kestirmiş, bu nedenle Birinci Dünya Savaşı boyunca İttihat ve Terakki hükümetinin başımıza sardırdığı Alman Genelkurmayı ve generalleriyle boğuşup durmuştur.

Mustafa Kemal, evet jakobendi. "Tek adam" yönetimini benimsemişti. Ama iyi bir asker ve stratejist olduğunu gözden ırak tutamazsınız.

Falih Rıfkı Atay'a dikte ettirdiği anılarını okursanız, yabancı denetiminden ne kadar irkildiğini, ülkesinin ve ordusunun ne kadar kendisine güvenmesinden yana olduğunu görürsünüz.

Almanya'yla imzalanan anlaşma Osmanlı İmparatorluğu'nun sonunu getirmişti, İsrail muhibliği de dilerim çiçeği burnunda Türkiye Cumhuriyeti'nin sonunu hazırlamaz...


20 HAZİRAN 2000


Kağıda basmak için tıklayın.

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...