![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Şûrâ'ya arz ileİslâm tarihinin insanda, çok büyük acılar ve büyük fetih heyecanları ürettiği zamanlar az değildir. Aynen Anadolu gibi Endülüs'ün fethini düşünün. Anadolu için büyük Alparslan ne ise, Endülüs için de Abdurrahman el-Gafiki odur. Anadolu'da biz Türkler sebat edip, bu toprakları diyarı İslâm'a dönüştürürken, ne yazık ki Endülüs'teki başarı ilânihaye devam edip gidemedi. Müslümanlar'ın Endülüs'ten geri çekilmesine belki bin bir sebep gösterilebilir. Fakat asla unutulmaması gereken husûs, bu topraklardaki Müslüman nüfus azlığı meselesidir. İşte Anadolu'nun şansı da buradan kaynaklanıyor. Büyük fetih hareketini arkadan besleyen dalga dalga Türkmen göçleri ve uygulanan iskân politikaları, bu toprakların kaderini değiştirmeye kâfi geldi. Neredeyse Orta Asya yarı yarıya boşalıvermişti. Göçebe aşiretler ve kolonizatör Türkmen dervişleri, daha yarım yüzyıla varmadan, Anadolu coğrafyasının manzarasını değiştirmişlerdi bile. Endülüs mucizesi sırrı
Fakat Endülüs tecrübesi, Orta Çağ tarihinde öyle önemli bir rol oynadı ki, İslâm'ın ve Batı Hıristiyanlığı'nın mânâsında âdeta kalıcı tesirler üretti. İslâm tefekkür ve medeniyetinin ikinci büyük hamlesi buradan tezâhür etti. Rönesans ve Reform hareketleri; Batı Hıristiyanlığı'nın bu bölgede İslâm bilgi birikimi ile yüzyüze gelmesi, buradan yeni bir elektriklenme doğması ve kendi kendisini yeni baştan üretmesi neticesinde hâsıl oldu. Bugün nice geri kalmış ülke talebelerinin ABD ve Avrupa'da eğitim görmesi gibi, o asırlarda Endülüs'e talebe göndermek Avrupa'da âdeta moda idi. Yani Endülüs en yüksek câzibe merkeziydi. Bütün İslâm klâsiklerinin ve antik Yunan filozoflarının eserlerinin tercümesi de, gene Endülüs kanalı ile gerçekleşmişti. İbni Sina'dan, Farabi'den İbni Rüşd'e kadar. Asıl önemlisi de, Rönesans ve Reform hareketlerini besleyen yeni "Hıristiyan kelâmı"nın Endülüs'ten, yani İslâm karşısında kendisini yeni bir yoruma dönüştüren çağdaş/Hıristiyanî mantıktan neşet ettiği gerçeğidir. İslam Endülüs'te tecrübî bilginin, tıbbî literatürün ve hür düşüncenin temsilcisidir. Ne var ki İslâm tefekkürünün de, Hıristiyanlık'la ilk defa bu derecede yüzyüze geldiğini asla unutmamak gerekir. Bu karşılaşma Bağdat, Şam ve Anadolu karşılaşmasından son derece farklı idi. Bu bölgede Hırıstiyanlar'ın Müslümanlığı tanıması kadar, aynı şekilde Müslüman âlimler de Hıristiyanlığın üzerine eğildiler. Bu temasın ortaya çıkardığı yüksek dehâları hepimiz biliyoruz. Bir Muhiddini Arabî, bir İbnür-Rüşd, bir Şâtibî ve İbni Hazm ne kadar büyük, ne kadar derin ve hürfikrin cevelânında nasıl da korkusuzca yol alırlar öyle!.. İçe kapanma ve kendini tekrar
Hiç kuşkusuz, buradan çıkaracağımız önemli bir sonuç bulunmalıdır: Yeryüzünde kendi içine kapanan her kültür ve medeniyetin âkıbeti tükenmeye doğru!.. Kendi kendisine yettiği hisleri ve insan ve toplumun ihtiyaçlarına tekabül ettiği kanaatleri ile, yeryüzünün nice büyük kültür ve medeniyetleri hep bir inkirâza doğru yol aldılar. Kendilerini tekrara yöneldiler. Buradan korkunç bir muhafazakârlık doğdu. Herşey bir forma dönüştü; ruhun hürriyet ihtiyaçları, yaratıcı zekâ ve muhakeme, kaynağını kalpte bulan aşklı iradelerin ufuku büsbütün tıkandı. İşte din, ideoloji ya da kültür ve medeniyetlerin yeni bir hamle üretmeleri ve kendi kendilerini yenilemeleri için, kendisinden farklı olanla yüzyüze gelmesinin lüzûmu buradan doğuyor. Endülüs örneğinin sırrı da burada yatıyor. İsterseniz birbirinden farklı olanın karşılaşmasını, daha önceki yüzyıllarda da arayalım ve Abbasiler dönemine kadar uzanalım. Bu devirler, İslâm fetihlerinin uzandığı farklı coğrafyalarda, tarih boyunca üretilmiş nice medeniyet verimlerinin tercüme edildiği yüzyıllardır. Antik Yunan, Roma, Keldanî ve Hint'ten yapılan tercümelerin ulaştığı yekûnun şimdi daha iyi farkındayız. İslâm bu yüzyılda, yeryüzünde insanlık adına üretilmiş her türlü bilgi birikimini sanki fethe çıkmış gibiydi. Bu faaliyet gerçekten, ülkelerin fethinden daha bir mânâlı idi. İslâm düşüncesi önüne çıkan her tefekkürü istiâb ediyor, ihâta ediyor, yani fethediyordu. İslâm'ın kendisine olan yüksek güveni biraz da buradan doğuyordu. İşte bu tercümelerden sonradır ki İslâm, bir iman hareketi olmanın yanı sıra, aynı zamanda bir tefekkür hareketine de dönüştü ve İslâm medeniyeti gür çağlayanlar gibi bütün yeryüzüne boşalmaya başladı. Bir yandan kelâm, bir yandan büyük mezhepler, tasavvuf, tecrübî bilgi üretimi ve asıl önemlisi de ihtisaslaşma!.. Gecikmiş Osmanlı hamlesi
Ne yazık ki tarihte yaşadığımız Moğol istilâsı, bu büyük iman ve medeniyet hamlesini sekteye uğrattı. Bundan sonradır ki İslâm'ın fetihçi (işgalci değil) ruhu ciddi yaralar aldı. Savunma, içe kapanma ve kendi kendisini tekrar mânâsında aşırı bir muhafazakârlaşma bundan böyle başladı. Bu açıdan düşünülünce: Keşke Osmanlı'nın Batı'ya açılması, gerilemenin son merhalesinde yani Tanzimat'ta değil de, daha önceki yüzyıllarda gerçekleşseydi. Yani toplumun ve yönetimlerin, yeterli bir özgüvene sahip olduğu erken dönemlerde!.. O zaman, buradan bir tükeniş değil, bir rönesans doğacak çünkü!.. Unutmayalım ki, farklı meyvelerin birbirine aşılanmasından hangi sonuç hasıl oluyorsa; melez nesiller nasıl daha bir gürbüz, zeki ve güzellik nümûnesi olarak tezâhür ediyorsa; toplumların, kültür ve medeniyetlerin, tefekkür hayatlarının karşılaşmasından da aynı yüksek sonuçlar hâsıl olmaktadır. Tarihin gizli devinimini iyi okuyalım. Çünkü Sünnetullah'ın büyük sırlarından biri yatıyor burada. Dolayısıyla, kendimizi iyi ifade ve tebliğ etmenin yolu da, mukabil dinleri ve muhataplarımızı iyi tanımamıza bağlı değil midir?
aridvan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|