![]() |
![]() |
| Türkiye'nin birikimi... |
|
|
|
|
Türkiye'nin gündemi 'gündem'in Türkiye'siTürkiye'nin, önünü açabilecek, önünü görmesine imkan verebilecek anlamlı bir gündemi var mı? Modern tarihi boyunca Türkiye'nin esaslı bir gündemi olmuş mu, olabilmiş mi? Dürüst, yetenekli, dalkavukluk/yağcılık yapmayan, şahsiyetli, ahlaklı, ilkeleriyle ve kutsallarıyla yaşama mücadelesi veren, ülkenin geleceği için yanıp tutuşan, her bir şeylerini feda etmeye hazır, ufuk ve vizyon sahibi insanlar Türkiye'de kolayca harcanabiliyorlar. Neden? Adnan Menderes gibi, Adnan Kahveci gibi, Ali Fuat Başgil gibi, Kamuran İnan gibi pekçok şahsiyetli ve yeteneklerini kanıtlamış dürüst ve ilkeli insanlar Türkiye'de neden ya çok kolayca harcanıyorlar ya da susturuluyor ve pasifize ediliyorlar? Bu soruların cevaplarını araştırmak zorundayız. Tarih yapmış bir milletin çocukları, asıl yararlanması gereken şahsiyetlerini, ilkeli ve yetenekli beyinlerini, nasıl olur da acımasızca yer ve bitirir? Ve en önemlisi de, böyle bir ülke hâlâ varlığını, hayatiyetini sürdürmesini neye, nelere, hangi dinamiklere ve hangi "gizil güç"lere borçludur acaba? (Hece Dergisi'nin Mayıs sayısında yer alan Mustafa Şahin'in kaleme aldığı "Dava Delilerinin Kısa Tarihi-I: Hüsnü Çalhan" başlıklı nefis yazısında bu son sorunun cevabı fazlasıyla var. Yazıya başlamadan önce postaya baktım ve postadan çıkan Hece'nin son sayısındaki Şahin'in yazısını odama çekilerek bir solukta, ayakta, heyecanla, bağıra çağıra okudum. Ve sonra bu yazıyı yazmak için bilgisayarın başına geçtim. Bu ülkenin herşeye rağmen umut vadeden bir ülke olmasının ipuçlarını veren bu yazıyı ve umudun kaynaklarını, dinamiklerini; bastırılmaya, boğulmaya ve yok edilmeye çalışılan ama asla başarılamayacak olan "gizli tarihi"ni yazan Mustafa Şahin'i yürekten kutluyorum). Kamuran İnan'a kulak kabartmak
Bu sütunda bu ve benzeri hayati sorular üzerinde kafa yorup duruyoruz. Pazar günü TRT'de bir programda "Hayır Diyebilen Bir Türkiye" diyebilen Kamuran İnan'a rastladım. Kamuran İnan, her zaman olduğu gibi o engin birikimini ve deneyimini konuşturuyordu. Heyecanlı, tutkulu ve kendinden emin büyük devlet adamı tavrıyla şu çarpıcı saptamaları yapmıştı: "Türkiye'nin 50 yıldır değişmeyen iki gündemi var: Gerginlik ve kavga. İşte bu nedenledir ki, Türkiye, bir türlü kendi gündemini oluşturamıyor. Dış politikada da, iç politika da inisiyatif ve risk almaktan korkuyor. Dışarda yabancıları ürkütmemek için kan ter içinde kalan politikacılarımız, Batılılar'la sürgit kompleksli bir ilişki kurdukları için, Türkiye'yi Batılılar'ın 'yesman'i (yani, Batılılar'ın her dediğine boyun eğen, evet diyen) bir ülke haline getirmekten başka bir şey yapamıyorlar; dolayısıyla milli menfaatlerimizi, ülkemizin ve devletimizin onurunu korumayı beceremiyorlar." İnan'ın çarpıcı gözlemleri bu kadarla sınırlı değildi elbette: "Dünyanın stratejik ve diplomatik coğrafyası, haritaları köklü bir değişime uğramasına rağmen, Türkiye, bu 'yesman'ci, teslimiyetçi tavrı yüzünden yeni ve yaratıcı politikalar geliştiremiyor. Uzunca bir süre Türkiye'ye kuşkuyla bakan Avrupalılar'ın birden bire Türkiye'yi neden AB'ye alma ihtiyacı duyduğunu anlayamıyor. Avrupa'daki milyonlarca vatandaşımızın Türkiye açısından taşıdığı stratejik ve siyasi önemi kavrayamıyor ve son olarak Türkiye'nin elindeki imkanları ve fırsatları bizim çıkarlarımız doğrultusunda değerlendirmeyi başaramıyor". Kamuran İnan'dan yaptığım bu alıntılar, Türkiye'nin yalnızca kendine özgü bir gündemi olmadığını göstermekle kalmıyor; aynı zamanda "kavga ve gerilim"e kilitlenen Türkiye'nin, hiç de normal bir ülke olmadığını; imkanlarını, enerjisini, devasa tarihsel birikim ve deneyimlerini su gibi harcayan bir ülke olduğunu da tüm çıplaklığıyla gözler önüne seriyor. Peki, Türkiye'nin özgün bir gündemi neden yok? Çünkü Türkiye'nin söyleyeceği özgün bir şey yok. Çünkü "kulvarı belli değil". Çünkü "mutfağı hep Batılılar hazırlıyor; bizse önümüze ne konursa yiyor ve yutuyoruz". Çünkü Türkiye tüm iddialarından vazgeçtiğini çoktan ilan etti dünyaya. Sadece başkalarının iddialarını dillendirmekle yetiniyor. Başkalarının iddialarını dillendirmekle, başkalarının belirlediği kulvarlarda koşmakla, başkalarının hazırladığı mutfaklara kurulmakla bir ülkenin geleceğini ve kaderini kendi eline alabilmesi ve tayin edebilmesi mümkün mü? Elbette ki, hayır! Ve hayati sorular...
O halde burada sorulması gereken hayati sorular var: Neden Türkiye, 100 yılı aşan bir süredir "gerilim ve kavga" gündemine kilitlenmiş durumda? Ve neden başkalarının gündemini hayata geçirmekten başka bir şey yapamıyor? 12 yıl Batı'da yaşamış bir insan olarak adım gibi eminim ki, herhangi bir Batı ülkesi tıpkı bizim gibi uzunca bir süre her Allah'ın günü "gerilim ve kavga" gündemiyle yatıp kalkıyor olsaydı, yerle bir olur; tarihin çöplüğünü çoktan boylardı. O halde, uzunca bir süre "gerilim ve kavga" gündemine kilitlenen Türkiye, hâlâ varlığını sürdürebiliyorsa, tarihin çöplüğünü boylamak şöyle dursun, hâlâ kendine özgü hayatiyet belirtileri gösterebiliyorsa, bunun asla gözardı edilmemesi gereken bazı esaslı nedenleri olmalı, değil mi? Bu esaslı ve hayati soruların cevaplarını gelecek yazıda araştırmaya çalışalım.
ykaplan@yenisafak.com
|
|
| Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor |
| İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|